10 Cloverfield Lane – Dan Trachtenberg (2016)

“Bir saldırı oldu, büyük bir saldırı. Nükleer mi kimyasal mı henüz emin değilim; ama burada sığınakta güvendeyiz”

Geçirdiği bir trafik kazasından sonra kendisini dışarısının güvenli olmadığını söyleyen bir adam tarafından bir sığınağa kapatılmış olarak bulan bir kadının hikâyesi.

Josh Campbell ve Matthew Stuecken’in hikâyesinden Campbell, Stuecken ve Damien Chazelle tarafından senaryolaştırılan filmin yönetmenliğini kısa filmler ve televizyon dizilerinden sonra ilk kez uzun metrajlı bir sinema filmi çeken Dan Trachtenberg üstlenmiş. Başta bağımsız bir hikâye olarak düşünülmüş olsa da sonradan 2008 tarihli “Cloverfield – Canavar” filmi ile ilişkilendirilen bu filmin daha sonra 2018 tarihli bir devamı da (“The Cloverfield Paradox – Cloverfield Paradoksu”) çekildi ama bu film de yine aslında bağımsız bir hikâyeyi anlatıyordu. Bu üç filmi bu şekilde zoraki bir ilişkilendirmenin mimarı yapımcı J. J. Abrams ve açıkçası bu film de onun damgasını taşıyor ağırlıklı olarak. Bir bilim kurgu hikâyesi ama aynı zamanda da bir korku/gerilim hikâyesi olarak konumlandırılan ve finali ile bir devam filmine de göz kırpan bu çalışma çekiciliğini temel olarak gerçeğin ne olduğu ile ilgili gizeminden ve üç ana oyuncusunun (özellikle John Goodman ve Mary Elizabeth Winstead) performansından alan ve bir kapalı mekan geriliminin gerekli unsurlarını karşılayan bir eser. Buna karşılık film hemen hiçbir anında çok güçlü bir etki yaratamıyor ve çok da yeni şeyler anlatmıyor. Vakit geçirmek için tercih edilebilecek ve açıkçası daha ötesini de pek hak etmeyen bir film bu.

Bear McCreary’nin özellikle açılışta 1960 ve 70’li yılların korku/gerilim filmlerinin atmosferini hatırlatan ama zaman zaman fazla sesi çıkan başarılı müziğinin eşlik ettiği hikâye telaş içinde bavulunu toplayan ve yaşadığı evi terk ettiği anlaşılan bir kadının görüntüleri ile başlıyor. Yüzüğünü ve anahtarını geride bırakan kadını arabası ile yolda giderken terk ettiği erkek arıyor; oldukça içten ve iyi konuşan ve her cümlesi “lütfen” ile başlayan bir erkek bu. Kadının sonra başına gelenleri düşünürsek, yaşadıklarını bu terk etme eyleminin cezasının metaforu olarak görebiliriz sanırım. Daha açık bir ifade ile söylersek, yuvasını terk eden bir kadının cezasını bulması anlatılıyor belki de hikâyedeki tüm o bilim kurgu ve korku ögelerinin arkasına bakarsak. Yolda benzincide yaşadığı ilk tedirginlik de (bu tedirginliğin kaynağı yüzünü görmediğimiz bir erkek şoför) bu düşünceyi destekliyor bir bakıma.

İlk kaza sahnesinden başlayarak -tüm J. J. Abrams yapımlarında olduğu gibi- ani sürprizleri (kaza, tabanca ile işlenen cinayet gibi) iyi anlatan, teknik ustalığı yerinde ve temposunu hemen hiç düşürmeyen bir çalışma bu. Kadın ve onu bu sığınağa dışarıdaki tehlikelerden korumak için kapattığını söyleyen adam dışında bir kişi daha var içeride. Sonradan, bu sığınağın inşaatında çalıştığını öğrendiğimiz ve tehlike başlayınca gönüllü olarak buraya gelen bir başka adam daha var ve onun sığınağın sahibine olan güveni ile kadının hissettiği güvensizliğin çatışması seyircide gerçeğin ne olduğu konusunda bir belirsizlik yaratıyor. Hikâyenin ortalarında önce dışarıdaki tehlike, sonra da sığınağı inşa ettiren adam ile ilgili gerçeği öğreniyoruz, final ise kadının buradan kurtulma çabası ve dışarıdaki tehlike ile mücadelesini anlatıyor bize. Adeta iki farklı film var karşımızda: Biri “sapık” bir adamın sığınağa zorla kapattığı bir kadının, diğeri ise sığınak dışındaki dünyada ne olup bittiğinin hikâyesi. Goodman’ın ustalıkla canlandırdığı sığınak sahibi eğer sadece komplo teorileri ile kafasını bozmuş görünen bir karakter olarak çizilmiş olsaydı bu sorun yaşanmayacaktı ama ayrıca bir de “sapıklık” ögesinin yüklenmesi hikâyeyi bir parça gereksiz büyütmüş görünüyor ve belki tam da bu nedenle film tam anlamı ile vurucu bir etki yaratamıyor; ilgiyi kendi üzerine çeken birden fazla ana tema var çünkü hikâyede.

Her ne kadar kadın filmin başındaki eyleminin kurbanı gibi gösterilse de daha sonra hikâye boyunca aklı ve fiziksel becerisi ile (ki finalde bu ikincisi hayli abartılıyor) erkeklerin önüne geçiyor sürekli olarak ve bu şekilde hikâye baştaki muhafazakâr bakışını bir parça affettiriyor bir bakıma. “İşler zorlaştığında hep paniğe kapılmak” gibi kötü bir alışkanlığı olan kadının (ki filmin açılışındaki kaçışını da erkek arkadaşı ile yaşanan bir tartışmanın sonunda hissettiği panikle açıklamak gerekiyor herhalde) finaldeki kararı yaşadıkları sonucunda geçirdiği dönüşümü işaret ederken film bu mesajının yanında kimi sahneleri ile de seyirciyi etkilemeyi de başarıyor. Uzaylı yaratığın tasarımı ve onun göründüğü tüm bölüm, sığınağın sahibinin “bir mutlu aile” kurma çabası ve aynı adamın bir türlü kadın kelimesini kullanamayıp kız, çocuk gibi kelimelerin etrafında dönüp durması (bu son sahnede Goodman hayli etkileyici bir performans sunuyor) gibi anlar/unsurlar bunlar ve sığınağın kapalı mekanının aynı anda hem klostrofobik hem bir “yuva” gibi görünmesini sağlayan kamera kullanımı ile birlikte filmi vakit geçirilmeyi hak eden bir çalışma yapıyorlar.

(“Cloverfield Yolu No:10”)

(Visited 18 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir