1001 Gram – Bent Hamer (2014)

1001 gram“Hayatın en ağır yükü, taşıyacak hiçbir şeyinin olmamasıdır”

Ağırlık ve ölçü sistemlerinde uzman Norveçli bir bilim kadınının hayatın ve aşkın ağırlığını bulmasının hikâyesi.

Norveçli sinemacı Bent Hamer’in yazıp yönettiği ve Norveç – Almanya ortak yapımı olarak çekilen bir film. Hamer’in “alçak sesli” sinemasının ve bu sinemanın hafif acı ve alçak gönüllü mizahının tüm izlerini taşıyan çalışma, hiçbir anında sesini yükseltmemesi, diyalogları ekonomik olarak kullanması ve kadının uzmanı olduğu alanı onun hikâyesine akıllıca yerleştirmesi ile dikkat çekiyor. Hamer’in biçimsel olarak da yalın ve hikâyesinin derdine çok uygun düşen bir mizansen anlayışına sahip olduğu filmin belki en önemli problemi yeterince bir şey olmaması (hatta ortalama bir seyirci için hiçbir şey olmaması) olarak gösterilebilir ama eylemselden çok düşünsel bir film bu ve bundan hoşlananlar için görülmesi gerekli bir çalışma.

John Erik Kaada’nın imzasını taşıyan ve bir gerilim havasını seyirciye geçiren müziğin eşliğinde açılan film, sonrasında bize bilinen anlamda bir gerilim hikâyesi anlatmıyor; evet bir, hatta iki gerilim öğesi var filmin ama bunlar aşina olduklarımızdan oldukça farklılar. Gerilim öğelerinin ilki tam da Bent Hamer’den beklenecek biçimde mesafeli bir mizah ile anlatılan Norveç’in “Ulusal 1 Kiloluk”unun akıbeti ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelip kendi ülkelerinin standart bir kiloluklarını Fransa’da bir araya getiren bilim insanlarının yarattığı komik ve tuhaf durum. İkincisi ise kadının Fransa’da tanıştığı bilim adamı ile arasındaki ilişkinin akıbeti ve bu ilişkinin onu değiştirip değiştirmeyeceği. Film bunları deyim yerindeyse, “gözlemsel bir mizah” ile aktarıyor bize. Bir başka ifade ile, tuhaf/komik anları gösteriyor ama bu anlara hep belli bir uzaklıktan bakıyor ve mizahın/tuhaflığın altını çizmiyor hiçbir zaman. Bu da tam Hamer’den beklenecek soğuk ama tuhaf bir çekiciliği olan mizah yaratıyor ki Hamer’i tanıyanların rahatlıkla tahmin edebileceği keyifli sahneler demek oluyor bu da. Yüksek iki binanın arasında ve yan yana iki insanın duramayacağı bir alanda sigara içenler, yağmurlu bir havada ellerindeki mavi şemsiyelerle ülkelerinin “kilo prototipleri”ni taşıyan bilimciler, kilitli kasalar altında tutulan uluslararası standart kilo ölçeğinin adeta bir kutsal emanet gibi ziyarete açılması, havaalanındaki arama sahnesi veya kadının boşandığı eşinin evdeki eşyaları birer birer alması gibi bölümler Hamer’i sevenler için hayli “eğlenceli” olabilecek anların sadece birkaç örneği.

Uzmanlığı ağırlık ve ölçü birimleri olan, dolayısı ile tüm hayatı standartlarla çevrili olan kadının hikâyesini anlatırken, Bent Hamer çok doğru bir biçimsel tercih yapmış ve görüntülerde de hep standart bir dünyayı getirmiş karşımıza. Görüntü yönetmeni John Christian Rosenlund’un kamerası sık sık yüksekten çekim yapıyor ve bize Norveç’in bir örnek evlerini resimlediği karelerde olduğu gibi hep bir geometrik kalıp içinde gösteriyor objeleri. Benzer şekilde, Norveç’te geçen sahnelerde mekanlar genellikle hep fazlası ile hijyenik bir hava taşıyorlar (tıpkı kadının mesleği gibi hep bir standartlığın ve değişmezliğin örnekleri oluyorlar bir bakıma). Buna karşılık kamera Fransa’da geçen sahnelerde bir parça hareketleniyor ve enstitü dışında geçen tüm sahnelerde görüntüler daha doğal ve standart-dışı bir hâl alıyorlar. Kadının ilk kez gerçekten güldüğüne tanık olduğumuz sahnenin burada ve aşık olmaya başladığı adamın kollarında olması bir tesadüf değil elbette. Yine bir bilimci olan adamın üzerinde çalıştığı projenin konusu ve adamın projeyi başlatma nedeni de kadının yaptıklarının ve hayatının tam zıddı bir yönde: Kuşların şehirin farklı noktalarında farklı sesler çıkarmasının nedeni üzerine çalışıyor bu bilim adamı ve projeyi de sadece kendi gözlemi üzerine başlatıyor; dolayısı ile değişmezliğin tersine değişkenlik onun konusu ve standart bir süreç ile başlayan ve ilerleyen bir proje değil üzerinde çalıştığı. Bir bilim adamının “Eskilerin dediği gibi, bir tane saati olan kişi zamanı bilebilir, iki saati olan asla bilemez” sözü üzerine düşünmemizi istiyor film adeta ve kendi tarafını da sanki iki saatli olmak olarak belirliyor: Değişim, farklılık ve heyecan orada çünkü.

Ağırlık ölçümü üzerine çalışırken, “bir hayatın ağırlığı nedir, ya da bir aşkın?” sorusu ile karşı karşıya kalan kadının insan ruhunun “gerçekten de” 21 gram olduğunu keşfettiği sahnedeki şaşkınlık ve mutluluğu için bile görmeye değen film açılıştaki gerilimini kapanıştaki dokunaklı havası ile değiştiren müziği ile de başarılı olan bir çalışma. Karakterleri ve hikâyesi ile mesafesini bir parça gereğinden fazla uzak tutmak ve bu nedenle de bir parça “hikâyesiz” görünmek gibi bir kusuru, hikâyenin kendisine baktığımızda pek de yeni bir şey anlatmamak gibi bir problemi ve öngörülebir bir finali olsa da tüm bunlar filmi görmeye engel olmamalı. Sonuçta öngörülebilir ama olmasını arzu edeceğiniz bir final ile bitiyor film ve siz de ana karakter gibi kendinizi iyi hissediyorsunuz ki bu da kusurlara takılmamak için yeterli bir neden kesinlikle.

(“1001 Grams”)

(Visited 68 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir