Vaniglia e Cioccolato – Ciro Ippollito (2004)

vanigliaecioccolato

“Sonra onu gördüm ve kalbim küt küt atmaya başladı”

 

Mutsuz bir evlilik süren bir kadının mutluluğu arama hikâyesi.

 

İlk karesinden son karesine kadar klişelerin istilası altında olan bir filmden ne beklenebilir? Adı gibi vanilya ve çikolata tadında olması hedeflenmiş ama aşırı şekerden sizi öldürebilecek bir film bu.

 

Operalardaki uvertürler gibi sonradan karşımıza gelecek çeşitli sahnelerin peş peşe dizilmesi ile anlamsız bir şekilde başlayan film bu yaklaşımı ile daha başında sizi uzak durmanız konusunda uyarıyor aslında. Sonrası yağmur altında bekleyen aşık, yağmur altında dans, yağmur altında kemanlar, arka plandaki doğan veya batan güneş önünde romantizm, bol bol kartpostal görüntüleri, sonuna kadar sömürülmüş İtalyan taşrası ve aynı ölçüde sömürülmüş İtalyan karakterler (büyük anne ve profesör tiplemeleri) ile geliyor. Tüm bunlar yetmedi ise başta Joaquín Cortés olmak üzere en yumuşatılmış deyim ile sıradan oyunculuklar, ölümcül hastalıklar, kutsal aile kurumuna sığınmalar da sırada. Bir fotoromanın sinemalaşmış hali bu film. Olan Nat King Cole’a olmuş ve böyle bir filme şarkısı ile arka plan oluşturduğu için mezarında ters dönüyor olmalı. Sadece ve sadece iflah olmaz romantikler ve kalp şeklindeki kırmızı balonların hayranları için.

(“Vanilla and Chocolate” – “Vanilya ve Çikolata”)

Il Divo – Paolo Sorrentino (2008)

il-divo

“Sıradan bir adam olduğumu biliyorum ama etrafıma bakınca bir dev falan da görmüyorum”

 

Ünlü İtalyan siyasetçi Giulio Andreotti’nin kariyerinin zirvede olduğu dönemdeki hikâyesi.

 

Film “biri hakkında iyi bir şey söyleyemiyorsan hiçbir şey söyleme” diye başlıyor ama bu sözün tam tersi ile ne anlıyorsanız hepsini yapıyor. Anlatım tarzı, senaryo, diyaloglar ve Toni Servillo’nun olağanüstü oyunculuğunun tümü bir politik canavara, bir şeytana işaret ediyor.

 

Halen hayatta olan ve İtalyan siyaset hayatının yıllardır temel figürlerinden biri olan Andreotti’yi anlatan film ödüllere boğulmuş bir çalışma ve filmi anlattıkları ve bunları nasıl anlattığı başlıkları altında iki farklı şekilde okumak mümkün.

 

Üç kez başbakan olan ve adı sıklıkla İtalyan politik tarihinin vazgeçilmez kelimeleri olan Mafya, P2 mason locası, skandallar, Vatikan, cinayetler, intiharlar, koalisyon ve derin devlet ile birlikte anılan ama tüm soruşturmalardan, yargılamalardan bir şekilde  sıyrılan inanılmaz bir politik figür karşımızdaki. Bence bugün İtalyan siyasetine tüm hoyratlığı, skandalları ve gaflarına rağmen hala baskın bir şekilde hâkim olan Berlusconi’nin yolunu açacak şekilde İtalyan halkının politikadan ve politikacılardan umudunu da kesmesine yol açan unsurlardan biri. Hem dostları hem rakipleri hakkında tuttuğu geniş arşivi ile sürekli ipleri elinde tutan bir kişi Andreotti. Film bu insanı ve İtalyan politik dünyasını geniş bir karakter grubu ile ele alıyor ve o dünyadaki tüm yozlaşmaları önümüze ve oldukça çarpıcı bir sinema ile dile getiriyor.

 

Kısa tek çekimlerin, kısa sahnelerin ve altı çizilen bir vurgunun hakim olduğu film oldukça etkileyici bölümler içeriyor; koruma ordusu eşliğinde çıkılan yürüyüş, hükümetin kuruluşunu kutlama bölümü, cumhurbaşkanı seçimi gibi. Kamera hemen her zaman çarpıcı açılara sahip ve havada yavaşça süzülerek zumluyor, açı değiştiriyor. Görselliğin ve ses efektlerinin ön planda olduğu, paralel kurgu ile anlatılan ve etkilenmemenizin imkânsız olduğu cinayet/suikast sahneleri ile sürekli üzerinize gelen bir film karşımızdaki. “Çekingen” itirazım da tam bu noktaya. Toplum ve değerleri adına bu derece ciddi bir konunun sanki yüzlerce tanıtım fragmanından oluşan bir anlatım tarzını tercih etmesi ne derece doğru? Sonuç gerçekten çarpıcı ama politik veya sosyal duyarlılığı fazla olmayan bir izleyici için tüm bu karikatüre varan tiplemeler ile anlatılan, sinemanın bence taşıması gereken sosyal yanı ve politik duruşu ile ne kadar uyumlu? Görselliğin diğer hemen tüm öğeleri ezdiği günümüz toplumunda Francesco Rosi tarzı bir “sol bir duruş ve klasik hikâye anlatımı” ile ne kadar etkili olunabileceği de ayrı bir tartışma konusu ve işte bu nedenle itirazım için çekingen kelimesini kullanıyorum.

 

Andreotti’yi canlandıran Toni Servillo’nun ağır bir makyaj altında olmasına rağmen ve filmin odak noktası iken tüm film boyunca nerede ise hiçbir mimiğe başvurmadan bu derece etkileyici olması gerçekten alkışı hak ediyor. Andreotti’nin gerçekten söylediklerini sık sık filme yerleştiren ve bu kapsamda sinefillerin etkili sinema cümleleri başlığı altında arşivleyeceği “Rahipler oy verir, Tanrı oy vermez” veya “Tesadüflere inanmam. Tanrı’nın iradesine inanırım” benzeri cümleler de içeren  bu film tüm diğer yargıların ötesinde gerçekten etkileyici.

 

Hâkim güçlerin kendi ifadesi ile teokratik bir imparatorluğu anlatan film bu imparatorluğun oluşumunu veya bu oluşumla nasıl mücadele edilebileceğine değil, imparatorluğun yıkıcı gücüne odaklanıyor ve bu güçten yola çıkarak da kendi etkileyiciliğine ulaşıyor. Konunun ideolojik bir tasvirini sinemada örnekleri daha önce verilmiş başka filmlere bırakın ama bu film kendi başına kesinlikle seyre değer bir sinemasal tecrübe.

(“Il divo – La Spettacolare Vita di Giulio Andreotti”)

Markopaşa Yazıları ve Ötekiler – Sabahattin Ali

markopasayazilari

Hikâyelerini okumuştum ama gazete ve dergi yazılarına bir türlü sıra gelmemişti Sabahattin Ali’nin. Bu kitapta özellikle 30’ların ikinci yarısı ve 40’larda yazdığı yazılar var. O dönemin hemen tüm aydınlarının eserlerinde olduğu gibi bu kitapta da öne çıkan temel duygular düş kırıklığı ve yaşatılmaya çalışılan umut. Yolundan sap(tırıl)an bir devrim, baskılar, yaşatılmaya çalışılan bir ülkü. Markopaşa ve devamı olan dergileri ve yok edilen bir aydını hatırlamak için okunabilir. Belki yazılar çok fazla yeni şey söylemiyor olabilir o dönemi yaşamış veya daha önce o dönem hakkında okumuş olanlara ama nerelerden geçilerek bugünlere gelindiğini ve bazı şeylerin değişmediğini ve belki de neden değişmeyeceğini görmek için kayda değer bir derleme. Evet değişim halka inanmakla başlar ve halkla birlikte gerçekleştirilir ama değişim mümkün mü ki?   

Yürek Burgusu – Henry James

yarekburgusu

İş Bankası yayınlarından çıkan kitap öncelikle kitap hakkında kısa bir inceleme de içeren özenli önsözü ile beğenimi topladı. Kitabın ne derece farklı okumalara açık olduğu konusunda çok yararlı bir uyarı bu önsöz. Henry James’in daha önce okuduğum diğer kitaplarında olduğu gibi yine bende iz bırakan bir kitap olacak. Temelde bir hayalet hikâyesi ve bunun gereklerini hakkı ile yerine getiriyor ama yazarın anlatım biçimi –bence çevirinin de başarısı ile- kitabın adı gibi yüreğinizi buracak bir başarı seviyesinde. Neyin gerçek olduğu konusunda sürekli bir tedirginlik duygusu taşıyacağınız kitap insanın en temel yalnızlık alanlarından birini olağanüstü bir başarı ile işliyor; bir insanın inancında yalnız kalması. Poe tadı da alabileceğiniz kitap sinemaya da uyarlanmış ama pek başarılı uyarlamalar değil bunlar.

(“The Turn of the Screw”)