Tamo i Ovde – Darko Lungulov (2009)

“Burada yaşamayız, hayatta kalırız”

Para karşılığı evlenip Amerika’ya gelmesini sağlayacağı kızın yanına Belgrad’a giden bir adamın hikâyesi.

Amerikan bağımsız sineması Avrupa ile buluşuyor türünden bir film. Hayatının her alanında dağılmış bir adamın tesadüfler sonucu kendini bulduğu bir “geçiş dönemi” Avrupa ülkesinde geçirdiği dönüşümde pek orijinal bir yan yok ve oldukça tahmin edilebilir bir gelişme bu filmin başından itibaren görülebilecek ama bu küçük film yine de sıcaklığı ile göz doldurmayı başarıyor.

Sırp yönetmen Lungulov kısmen New York kısmen de Belgrad’da geçen filmde her iki şehri de beklentilerden farklı bir şekilde kullanmış. Filmdeki kareler şehirlerin kendisinden çok orada yaşayanları içeriyor. Örneğin finaldeki New York’a girişi gösteren kısa sahne dışında bu şehrin filme mekan olduğunu anlamak hemen hemen imkânsız ve buradaki karakterler Belgrad’dakilerin aksine olumsuz çizilmişler; bireysellikleri öne çıkarılmış genelde. Belgrad ise şehri tanımaya yarayacak herhangi bir tipik özelliğin dışarıda bırakıldığı genelde “gri” bir şehir olarak gösterilmiş. Buradaki karakterler ise evet daha zor şartlar altında yaşayan ama yine de daha mutlu, yardımsever ve daha “insan” karakterler. Böyle olunca kahramanımızın “kurtuluşunun” yolunun buradan geçeceği de açık elbette.

Film için bir şarkı da besteleyen ve söyleyen Cyndi Lauper’ın küçük bir rolde yer aldığı filmde baş oyuncular olan Amerikalı adam rolündeki David Thornton ve Sırp anne rolündeki Mirjana Karanovic küçük ve doğal oyunculukları ile vazifelerini yapıyorlar ve senaryo onların karakterlerini yeterince işlemiş gibi görünüyor. Kızı Amerika’ya getirtmeye çalışan Sırp genç rolündeki Branislav Trifunovic de sevimliliği ile göz dolduruyor ama ne onun ne de özellikle Sırbistan’daki anne dışındaki karakterlerin çok da iyi anlatıldığı söylenebilir senaryo tarafından. Özellikle Belgrad’daki karakterler bu tür bir film için ilk akla gelebilecek türden ve zaman zaman karakter olmaktan çıkıp tiplemelere dönüşerek filmin ağırlığının azalmasına neden olabiliyorlar.

Hafif bir mizahı da içeren film bu mizahını bir parça daha güçlü kılabilse çok daha iyi olurmuş açıkçası çünkü bu hali ile film ruhunu kaybetmiş bir adamın ruhunu hiç beklemediği bir yerde bulmasının hikâyesini çok da derine gitmeden anlatan ve zaman zaman monotonluğa düşen bir yapıya sahip. Batılı için tipik ve şaşırtıcı ama bizler için tipik ve doğal olan taksicileri, açık havadaki düğünleri, sarı ve yeşil eşofmanları ve doğal misafirperverlikleri ile sıcaklığını elde eden film sinemanın hayattan aktardığı bir “gerçek klişeyi de” getiriyor karşımıza. Evet, klasik Batı tanımının dışında kalan ülkelerde hayat daha zor ama daha insanidir, Batı’da hayat daha kolay ama insanlık dışıdır. Şu veya bu ama sonuçta kahramanlar bu filmde olduğu gibi kendilerini Batı’ya atmaya çalışırlar sonuçta.

Normal şartlar altında hiç karşılaşmayacak iki insanın birbirlerinin “kurtuluşu” olabileceğini göstermesi ve hayatın aslında nasıl da basit ve mutlu yaşanabileceğini anlatması ve çok alçak ve yeterince güçlü olmayan bir tonda da olsa hayata pozitif yaklaşımı ile ilgi çekebilecek bir film. Galiba herkesin “sevgi dolu bir bakış ve çıkar gözetmeden sunulan bir samimiyete” ihtiyacı var ve insanlığın kurtuluşu burada belki de ve özetle “orada veya burada” olmanın herhangi bir önemi yok.

(“Here and There” – “Orada ve Burada”)

(Visited 86 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir