Zuo You – Xiaoshuai Wang (2007)

“Bir çocuk daha istiyorum. Ondan değil, senden”

Çocukları kan kanseri olan ve boşanıp başkaları ile evlenmiş bir çiftin çocuğu kurtarmanın tek yolu karşısındaki ikilemlerinin hikâyesi.

Çin sinemasından incelikle anlatılmış bir aile dramı. Tüm kadrosunun doğal ve gerçekçi oyunları ile dikkat çeken film ilişkiler, evlilik, çocuk sahibi olma ve fedakârlık üzerine olan hikâyesini çok sakin ve hikâyenin taşıdığı trajedi potansiyelinin tuzağına düşmeden olgun bir dil ile anlatıyor.

Kadının aldığı karar sadece çocuğu ve kendisini değil, kocasını, eski kocasını ve onun yeni eşini, kısacası iki ayrı evliliği de derinden etkileyecek bir içeriğe sahip. Film bu karara giden aşamaları ve her bir bireyin bu karara gösterdiği tepkiyi ve kararı içselleştirmesi ile ilgili süreci başarılı bir şekilde anlatıyor. Dört baş karakterinin bu karardan hem kısa hem uzun vadede etkilenecek olmasını ve geleceğin belirsizliğini, senaryo karakterlerin cümleleri, düşünceleri ve sessizlikleri üzerinden bizim bulmamızı bekliyor. Temelde çok başarılı bir senaryosu var filmin. Dört karakterine de hemen hemen eşit yer veren, hiçbir karaktere haksızlık etmeyen ve özellikle karşısında veya yanında durma kolaylığına kaçmayan senaryo filmin başarısının en temel aktörü gibi duruyor. Burada eleştirilebilecek tek husus, filme çarpıcılık kattığı kesin olan ama bir parça zorlama duran “eski kocanın yanındayken yeni kocanın yanlışlıkla telefonla aranması” sahnesi. Bir Amerikan filminde bu hikâyenin nasıl bir senaryoya dönüşebileceğini ve başta oyunculuklar olmak üzere dram ve trajedinin tüm öğeleri ile nasıl da üzerinize geleceğini düşününce senaryoyu ve oyuncuları yürekten alkışlamak gerekiyor.

Batıda ilgi toplayan Uzak Doğu filmlerinin çoğunun aksine film ne doğulu öğeleri kullanma/sömürme derdinde ne de egoztik görüntülerin peşinde koşuyor. Film herhangi bir şehirde geçebilecek çağdaş bir hikâyeyi aktarıyor bize ve ne karakterlerin tepkilerinde ne de hikâyenin gelişiminde Çin’e ait bir öğeyi ön plana çıkarıyor. Yürüyen ve yürümeyen çağdaş ilişkiler üzerine herhangi bir Batı ülkesinde de geçse kesinlikle yadırganmayacak bir hikâye özetle. Yüksek ve insana nefes alma imkânı vermeyen binalar zincirinin ortasında geçen bir çağdaş hikâye.

Filmi kendisini seyrettirmeyi başarırken bunu çok ustaca bir araçla yapıyor aslında; hikâyedeki dört temel karakterinin herhangi birinin yerinde olsanız siz ne yapardınız sorusunu sorduyor farkettirmeden ve bu da hem karakterlere daha fazla yakınlık duymanıza neden oluyor hem de kendinizi olayların içinde hissetmenize. Sık sık karşımıza çıkan sessizlik anlarını ustalıkla dolduran “küçük piyano müziği” dramın altını çizmiyor ama onu besliyor sürekli. Çağdaş insanların ilişkileri, bencillikleri ve sıradan hayatların içindeki üstü örtülü trajedi üzerine ama en çok da insanın içindeki iyilik, dayanışma, sevgi ve umut üzerine sakin bir gücü olan bir film.

(“In Love We Trust” – “Biz Sevgiye Güveniriz”)

(Visited 150 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir