Umi Wa Miteita – Kei Kumai (2002)

“O çok hoş bir delikanlı ama senin gibi bir kızın aşık olmaması gereken birisi”

On dokuzuncu yüzyılda Japonya’da bir genelevde çalışan hayat kadınlarının hikâyesi.

Shûgorô Yamamoto adlı Japon yazarın iki ayrı romanından uyarlanan film için ilk çalışan isim büyük Japon usta Akira Kurosawa olmuş ama onun ölümünden sonra hikâyeleri sinemaya aktarma işi bir başka Japon yönetmen Kei Kumai tarafından gerçekleştirilmiş ve bu arada Kurosawa’nın senaryosunda da değişiklikler yapılmış. Daha çok popüler roman ve hikâyeleri ile tanınan yazarın bu uyarlaması da hikâyesi ile daha çok popüler sinema kategorisine girebilecek ama düzgün anlatımı ile özellikle uzak doğuyu anlatan dönem filmlerinden ve melodrama kayan dramlardan hoşlananların memnun kalabileceği bir çalışma.

2007’de hayatını kaybeden ve ulusal ve başta Berlin olmak üzere uluslararası festivallerde bolca ödül kazanmış bir isim yönetmen Kei Kumai ve bu film de onun son çalışması olmuş. Temelde iyi yürekli bir hayat kadınının iki aşkı olarak da özetlenebilecek film bu aşkların muhatabı olan erkeklerin farklı davranışları üzerinden o dönem Japon toplumundaki sınıf (veya bir başka deyişle kast) farkları ve bunun bireyler üzerindeki etkileri üzerine dokunaklı bir hikâye anlatıyor. Kadının aşklarının ilkinin nesnesi bir samuray ve bu birliktelik ihtimalinin genelevde çalışan diğer kadınlarda neden olduğu coşkuyu, umudu ve neşeyi film başarılı bir şekilde aktararak sınıf farklarının aşılabilmesi yolunda seyredene de bir umut veriyor. İkinci aşkın nesnesi ise alt sınıflardan birisi ve bu hikâyenin ilki ile kıyaslandığında oldukça farklı olan sonucu hikâyenin yaratıcılarının sınıfların farklılığı veya bir sınıfın diğerine üstünlüğü karşısında takındığı tavrı da yansıtıyor. Samurayın etrafından gördüğü saygıya hiç uymayan karakterine karşılık ikinci aşkın “onurlu” davranışı da bu tavra katkıda bulunan bir başka tezat oluşturuyor.

Filmin geleneksel hikâyesine, anlattığı döneme ve hatta genel olarak atmosferine hemen hiç uymayan bir müzik çalışması var. Müzik bazı anlarda bir Hitchcock filmine çok daha uygun düşermiş diye düşünmemek mümkün değil. Final bölümü ile muhtemelen üzerinde çalışılmış bir “yapaylığa” ulaşan film bu anlarındaki görselliği ile de dikkat çekiyor. Kayan yıldızlar ve bol yıldızlı bir gökyüzü altında mutluluk umudunu ve fedekârlığı aynı anda gösteren kareler belki bir parça yüzeysel görünebilir ama öte yandan filme yakıştığını da kabul etmek gerek. Filmin bazı geri dönüş bölümlerinin gereksiz durduğunu da söylemeli. Özellikle ikinci aşkın çocukluğunun gösterildiği sahneler gereksiz bir melodram kışkırtıcılığı yapmaktan öte bir anlam taşımıyor.

Düzgün anlatılmış ama üzerinde bir parça düşününce klasik Yeşilçam dramlarından ne farkı olduğunda takılıp kalabileceğiniz bir film. İyi oynanmış, iyi çekilmiş ve bir şekilde zarafetini de korumuş bir çalışma.

(“The Sea is Watching” – “Denizin Gözleri”)

(Visited 136 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir