Zwartboek – Paul Verhoeven (2006)

“Planım üst düzey bir Alman subayını tavlayıp onunla yatmak. Ülkem ve kraliçe için..”

1944’te Nazi işgali altındaki Hollanda’da direnişçilere katılan bir Yahudi kadının hikâyesi.

Ülkesinde hayli popüler filmler çektikten sonra 1985’de “Flesh+Blood” ile ABD’de çalışmaya başlayan ve gösterişli ama çoğunlukla iç boş filmleri ile ilgi toplayan Hollandalı yönetmen Paul Verhoeven’den klasik sinema dili ile çekilmiş, Hollanda sineması için hayli büyük bütçeli ve oldukça da ilgi toplamış bir film. Öyle ki 1998’de ülkesinde tüm zamanların en iyi Hollanda filmi seçilmiş. Yönetmen filmini Holywood dışı bir kategoriye yerleştiriyor ama bunu pek de doğrulayan bir yanı yok filmin. Kahramanın kadın olması, söz konusu yönetmen Verhoeven olunca beklenen bir şekilde erotizmin dozunun epey yüksek tutulması veya karakterlerin keskin çizgiler ile iyi ve kötü olarak ayrılmamış havası vermemesi (ki pek de doğru bir yargı değil bu durum karakterler için) filmi anti-Hollywood yapmıyor elbette. Ne de iyi yürekli ve pul koleksiyonu olan Nazi istihbarat subayının varlığı savaş filmlerinin klasik taraflarına radikal bir yaklaşım getiriyor. Tüm bu unsurlar belki hâlâ azınlıkta olsalar da Amerikan sinemasında çoktan yerlerini almış durumdalar.

Amerikalılar Avrupalıları kurtardıkları (!) gibi bu kahramanlıklarını da epeyce malzeme olarak kullandılar sinemada. Arada bir Avrupalının çıkıp kendi tarihini kendisinin anlatmaya soyunması elbette çok daha değerli. Bu filmde yönetmen Verhoeven biraz uzun tutulmuş süresi içinde dekorlardan mekanlara ve kostümlere hayli titiz bir çalışmanın ürünü olduğu açık olan öğeleri ustalıkla kullanmayı başararak aksamayan bir tempo ve sinema dili ile aktarıyor hikâyesini. Aşktan işkenceye, erotizmden ihanete ve kahramanlıklardan gerilime kadar ilgi çekebilecek ne varsa tümü yerini almış filmde. Baş oyuncu Carice van Houten’in filmi sürükleyen oyunu hikâyedeki fazla uzatılmış görüntüyü ve kahramanının yaşamadığı şey kalmadı düşüncesini doğuran bu kadar da olmaz duygusunu kırmayı başarıyor ve bir şekilde seyircinin ilgisini sürekli kılmayı başarıyor. Filmin başında ve sonunda geçen İsrail bölümleri örneğin filmden çıkarılabilirmiş ve bu hikâyeden hiç bir şey eksiltmezmiş açıkçası ama yönetmen belki de ABD’deki alışkanlığını sürdürerek filminin “büyük” görünmesini tercih etmiş.

Gerçek olaylardan esinlendiği söylenen hikâye daha çok gerçekte olmuş (olması mümkün) olayların tümünün bir araya tıkılmış havası ile o kadar da gerçekçi durmuyor ama buna takılmamakta yarar var. Yönetmen heyecanlı, gerilimli ve erotik bir hikâye yaratmak istemiş ve başarmış görünüyor. Yoksa karakterlerin pek de derinleşemediği, Amerikan sinemasının çok daha parlak örneklerini verdiği ve zaman zaman inandırıcılıktan uzaklaşan filmin sinemaseverler için bir klasik olarak geleceğe kalmayacağı açık. Elbette anlaşılan, biz de en azından Amerikan ticari sinemanın ortalamasını tutturan epik filmler yapabiliriz duygusunu yaşattığı Hollandalılar dışında diye bir istisnayı belirtmek gerekiyor.

(“Black Book” – “Kara Kitap”)

(Visited 177 times, 8 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir