The Thomas Crown Affair – Norman Jewison (1968)

“Konu para değil. Konu benim. Konu ben ve sistem”

Bir banka soygununu organize eden zengin bir iş adamı ile olayı araştıran sigorta müfettişi bir kadının hikâyesi.

Amerikalı yönetmen Norman Jewison’dan bugün kendisi kadar hatta ondan da fazla şarkısı (“The Windmills of Your Mind”) ile hatırlanan bir film. Steve McQueen ve Faye Dunaway gibi iki büyük oyuncunun sürüklediği filmin 1999’da yeniden çevrimi yapılmış ve bu kez başrolleri Pierce Brosnan ve Rene Russo paylaşmıştı. Jewison’ın bu filmi birbirlerine aşık olan ama amaçları uğruna birbirlerine karşı bir “satranç oyununa” tutuşmaktan da geri kalmayan iki insanın macerasını bugün hayli eskimiş görünen ama kendi zamanı için de tüm çabasının aksine yeterince eğlenceli, zıpır ve coşkulu olamayan bir anlatım ile karşımıza getiriyor. Bu durumu özetlemek gerekirse, film bugün tam bir klasik olan ve bu filmdeki yorumu ile Noel Harrison’dan 1999’daki yeniden yapım için şarkıyı seslendiren Sting’e, Dusty Springfield’dan Barbra Streaisand’a pek çok ünlü şarkıcının yorumladığı Michel Legrand bestesinin gölgesinde kalıyor denebilir.

Başta “split screen” (perdede aynı anda birden fazla görüntünün kullanılması) tekniğinin kullanımı olmak üzere kimi teknik tercihleri ile filmin bir stil denemesi olduğunu söylemek gerek öncelikle ama bu teknik filme özellikle dönemin seyircileri için bir çekicilik getirmiş olsa da bugün kullanım biçiminin o denli yaratıcı görünmediği açık. Filmin klasikleşen sahnelerinden biri olan McQueen ve Dunaway çiftinin erotik imalarla dolu satranç oyunu bugün fazlası ile “doğrudan” görünen bir hava taşısa da hem filmin genel hikâyesi ile uyumu hem de iki büyük oyuncunun yakın plan çekimleri ile kesinlikle ilgi çekici olmayı başarıyor. Bu sahnenin sonundaki uzun öpüşme ise yönetmenin stilize bir atmosfer yaratma çabasının kurban olmuş. Sporcu, zeki, zengin ve çekici bir adam ile seksi ve zeki bir kadın arasındaki satranç oyununun hakkını senaryonun tam anlamı ile verdiğini söylemek de zor. Final hariç senaryo kendisinin başlattığı satranç oyununu bir süre sonra unutup iki parlak oyuncusunun aşkının peşine takılıp kalıyor ve açıkçası bu aşkı da yeterince güçlü bir biçimde aktaramıyor seyircisine. Buna karşılık senaryonun riskli bir tercihi filme hayli şey kazandırıyor; kadının ilk karşılaştıklarında adama onun peşinde olduğunu söylemesi oyunu kuralları ve koşullarını herkesin bildiği bir mücadeleye dönüştürüyor. Film zekâ yarışından final hariç vazgeçmemiş olsa, bu oyun çok daha zevkli olurmuş ama yine de bu tercihin filmi zenginleştirdiği kesin.

Senaryo, oyuncular ve kimi diğer öğeler (müzayededen satranç oyununa pek çok öğe) zaman zaman bir Hitchcok filminden esinlenildiği havasını yaratacaktır ama Jewison tüm bu öğeleri bir Hitchcock havasında ele alamamış. Yine de kendilerini çok fazla zorlamış görünmeseler de McQueen ve Dunaway’ın cazibeleri filmi sarıp sarmalıyor hikâye boyunca. Hollywood sinemasından belki yarım başarısı olan ama yine de görülmesi gerekli bir klasik.

(“Kibar Soyguncu”)

(Visited 108 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir