Der Tunnel – Roland Suso Richter (2001)

“Şimşek olan yerde gök gürültüsü de olur”

Doğu Berlinlileri Batı Berlin’e kaçırmak için tünel kazan bir grubun hikâyesi.

Berlin Duvarı’nın inşasından bir gün önce başlayan film Batı’ya kaçan bir Doğu Alman şampiyon yüzücünün örgütlediği bir grubun kendi yakınlarından oluşan yirmiye yakın insanı Batı Berlin’e kaçırmak için kazdıkları tünelin hikâyesini anlatmaya soyunan ve benzeri Amerikan filmlerinden pek de ayrı düşmediği için zaman zaman tanıdık bir hikâye seyrettiğiniz izlenimine kapılmanıza neden olan bir çalışma. Bugün posterlere ve Berlin’e gitmiş olanların mutlaka gördüğü gibi magnet ve kupalara konu olan bir Doğu Alman askerin elinde silahı ile dikenli telin üzerinden atlayarak Batı’ya sığınması anını da canlandırarak bu tanışıklık duygusunu iyice artıran film, tünelin kazılmaya başlanmasından önce Doğu Berlin’de geçen sahneleri ile sıradan bir hava yaratıyor ama anlaşılan tüm enerjisini sonraki asıl ve uzun kısmına saklıyor. Bu kısım da kimi anlarında etkileyici, benzeri macera filmlerinin ortak öğelerini genellikle başarı ile kullanan ama kalıcılık açısından epey yetersiz kalan sahneleri ile kendisini seyrettirmeyi başarıyor.

Televizyon için çekilen filmin sinema için bir parça kısaltılmış hali olan film bu kısaltma işini pek de hissettirmiyor çünkü 170 dakikaya yaklaşan süresi ile yeterince uzun. Bu uzun süre içinde filmin en temel başarısı benzeri kimi filmlerin düştüğü tuzaktan uzak durabilmesi; gerçek hikâyelerden esinlenen “Der Tunnel” kalabalık kadrosunun yan hikâyelerine sadece gerektiği kadar dokunuyor ve hemen tüm ağırlığını tünelin kendisine veriyor. Bu arada bir ticari filmin olmazsa olmazları olan kahramanlık anları (özellikle finalde baş kahramanımızın Doğu Alman askerlerin arasına karışması ve sonraki tüm olan bitenler inandırıcılıktan epey uzak), elbette karakterlerimizin arasında yaşanması gereken en az bir aşk hikâyesi ve dostluk, ihanet, şüphe ve fedakârlık arasında gidip gelen bir macera filmde yerlerini almışlar. Filmin karakterlerini kalın çizgiler ile iyi ve kötü olarak ayırmamış olmasını da takdir etmek gerek ama “cennet” Batı’daki tek olumsuz karakterin oldukça kötü işlenmiş uyanık gazeteci olduğunu da vurgulamakta yarar var.

Bir sabah uyandıklarında kimi sevdiklerinin bir duvarın arkasında yavaş yavaş kaybolmaya başladığını görmenin travmasını yaşayan bir şehirde geçen hikâyenin tünel içinde geçen sahneleri teknik açıdan başarılı ve klostrofobi duygusunu seyirciye geçirmeyi başarıyor. Arkasını göremediği bir duvarın öte yanında kaçmaya çalışırken Doğu Alman askerlerinin vurduğu ve ölmekte olan nişanlısının sesini duyan kadının trajedisi de hayli etkileyici çekilmiş ama keşke bu sahnede yönetmen baş karakterimizi elinden geleni yapmayan çalışan bir kahraman olarak bu trajik sahnenin içine yerleştirme gibi kolaylıklara başvurmasaymış. Özetle Hollywood kalıpları içinde ve televizyon için çekilmiş olan film, popüler filmleri sevenlerin ilgisini çekecek türden ama ne duvarı ve duvarın sembolü olduğu şeyleri ne de terk edilen ve varılan noktaların gerçek anlamlarını deşmeye yönelik çabası olan bir çalışma.

(“The Tunnel” – “Tünel”)

(Visited 110 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir