Casualties of War – Brian De Palma (1989)

“Kimsenin umurunda değil. Herkese söyledim, herkese. Endişe etmene gerek yok. Beni öldürmeye çalışmana gerek yok. Yaptıklarını onlara söyledim ama hiçbirinin umurunda değil”

Vietnam savaşı sırasında genç bir askerin sivillere karşı savaş suçu işleyen arkadaşları nedeni ile yaşadılarının hikâyesi.

Brian de Palma’dan Vietnam travması yaşayan bir askerin hikâyesi. Bu kez sinema savaşın doğrudan kendisine değil, savaş sırasında tuzağa düşürülerek öldürülen arkadaşlarının intikamını bir köylü kızı kaçırıp defalarca tecavüz eden ve sonunda da öldüren askerlerin sivillere karşı işlediği suça odaklanıyor. Dost ile düşmanın, elbette Amerikalı askerlerin gözünde dost ile düşmanın, birbirine karıştığı bir ortamda kimin sivil kimin asker, kimin savaşın parçası kimin değil olduğunu anlamak elbette zor. Bu nedenle olsa gerek, film sivil kadına yapılanları “gereksiz” suçlar sınıfına koyuyor. Buradan “gerekli veya zorunlu” suçlar da olabilir düşüncesine kaymak doğru değil kuşkusuz ama film tek bir anında bile Amerikalı askerlerin orada ne aradığını sorgulamıyor ve karakterlerinin aklından bu konuda tek bir düşünce dahi geçmiyor. Üstelik suçun başlangıç nedeni olarak gösterilen, askerlerin sivil bir köyde tuzağa düşürülmelerinin neden o askerler için şaşırtıcı olduğunu anlamak da filmin iddiasının aksine mümkün değil. Yine de filmin onurlu bir askerin karşılaştığı tüm engellemelere rağmen suçluların cezasını çekmesi için yaptığı mücadeleyi anlatırken barış yönünde verdiği mesajı atlamamak gerek.

1969’da New Yorker dergisinde anlatılan gerçek bir hikâyeden esinlenen film Sean Penn’in biraz fazlası ile altı çizili oyunu ile canlandırdığı çavuşun neden olduğu olayları anlatırken, kimi anlarında çekici bir sinema diline kavuşurken kimi anlarında vasata kayıyor. Aslında filmi suçu ve bu suçun ekip içinde yarattığı tedirginliği ve çekişmeyi anlattığı sahneler ve geri kalan tümü olarak ikiye ayırmak mümkün; ilk sahneler filmin başarısının, diğerleri ise vasatlığının göstergesi oluyorlar. Bu vasatlığı örneklendirmek gerekirse, sondaki askerlerin sorgu sahnesi alelacele çekilmiş izlenimini veren sıradan kareler. Savaş sahneleri ise ya başlangıçtaki gibi sıradan ya da kaçırılan kadının trajik sonuna da tanık olduğumuz sahne gibi başarılı ama filmin odağını kaydıran ve Palma’nın teknik becerisini sergilemek için çekilmiş gibi görünen bölümler daha çok. Film Michael J. Fox’un masum bakışlarının da desteklediği ama en iyimser bir yorum ile idare eder bir şekilde canlandırdığı karakterinin yaşadığı ikilemi, ekiple ayrı düşmesini ve kaçırılan kadını nasıl kurtarması gerektiğini bulmaya çalıştığı sahnelerde hem sinema dili hem de içerik olarak doruk noktasında. Özellikle Fox’un kadın ile birlikte kaçıp kaçmama arasında kaldığı sahne filmin yüreklere de dokunan hayli başarılı bir anı.

Ennio Morricone’nin bu kez diğer çalışmalarından daha az gösterişli ve duygusal yanı ağır basan müziği eşliğinde anlatılan hikâyenin savaşın “maço” yanını sergileyebilmek gibi bir başarısı da var aslında. Askerlerin tüm o konuşmaları, küfürlerden cinsel içeriklerine, savaşın bir erkek icadı olduğunun da kanıtı oluyor bir kez daha. Öyle ki tecavüze katılmamanın eşcinsel olmak dışında bir açıklamasının olmadığı bu dünyada ayakta kalabilmenin tek yolu “erkekliğin” kuralları ile hareket etmek. Senaryonun, insanların her an ölebilecekleri için her türlü ahlâki kuralı unuttuğu bir yer ve zamanda, Fox karakteri üzerinden bunun tam tersini öne sürmesi ve insanların asıl her an ölebilecekleri için ahlâklı olmaları gerektiğini söylemesi takdire değer bir yanı ama yukarıda da belirttiğim gibi senaryo keşke bu etik söylemini savaşın varlığına, Birleşik Devletler askerlerinin orada ne aradığı konusuna da taşıyabilseymiş.

Başlangıçtaki ve sondaki otobüsteki Vietnamlı kız bölümün hikâyeye bir şey katmadığını ve özellikle bu kızın ağzından duyduğumuz kötü düşlerin muhtemelen bittiği ile ilgili gereksiz cümleleri unutursak, film sonuçta Palma’nın tekniğini başarı ile kullandığı, sert sahnelerden kaçınmadığı ama temel eksikliklerine karşın ne olursa olsun barışçı bir mesaj taşıyan bir çalışma. Kötü düşlerin bitmesine gelince, her ne kadar kız “sanırım” diyerek bir açık kapı bırakmış olsa da Amerikalı askerlerin sadece Vietnam’dan yıllar sonra Irak ve Afganistan’daki sivil cinayetlerini düşününce bile bu kötü düşün bitmeyi bırakın bir karabasana dönüştüğünü tereddütsüz biliyoruz.

(“Savaş Günahları”)

(Visited 147 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir