El Baño del Papa – César Charlone / Enrique Fernández (2007)

“Tanrı fakirlere de yardım etmiyorsa, kime ediyor ki?”

Papanın yapacağı duyurulan ziyarete hazırlanan Uruguay’daki bir kasabada yaşayan bir adamın ziyaretçiler için genel tuvalet açarak para kazanma planı yapmasının hikâyesi.

Daha çok görüntü yönetmeni olarak tanınan César Charlone’un Enrique Fernández ile birlikte çektiği ilk uzun metrajlı sinema filmleri. Brezilya sınırındaki yoksul bir Uruguay kasabasında yaşayan ve çoğunlukla küçük kaçakçılık işleri ile geçinen insanların bu küçük ve sevimli hikâyesi Latin sinemasına ağırlık veren festivallerden epey ödül ile dönmüş, sevimli ve samimi, ve Charlone’un parlak görüntü çalışması ile de dikkat çeken bir film. Baş roldeki César Troncoso’nun oyunu da filmin dürüst ve samimi görüntüsünü ve küçük mizahını güçlü biçimde destekliyor.

Papa 2. John Paul’ün 1988’deki Uruguay ziyaretinden esinlenen film, “Olaylar özünde gerçektir ve sadece şans eseri burada anlatıldığı gibi gelişmemiştir” cümlesi ile başlıyor ve bu ziyaret nedeni ile kasabalarına gelecek binlerce katoliğe “bir şeyler” satmak ve yoksulluklarını bir nebze olsun azaltabilmek peşindeki halkın trajikomik çabalarını getiriyor karşımıza. Bunu yaparken de özellikle bisikleti ile Uruguy ile Brezilya arasındaki sınırda küçük kaçakçılıklar ile hayatını kazanan ve bu arada zalim gümrük amirinden çekmediği kalmayan Beto ve ailesine odaklanıyor. Beto herkesin aksine bir şeyler satarak değil, gelecek ziyaretçiler için hizmete sokacağı genel tuvalet ile para kazanmanın peşinde. Kasaba halkının satacaklarını üretebilmek için evini ipotek ettirerek bankadan kredi almaya, evini satıp aldığı inekleri kesip satmaya kadar farklı ve acınacak yöntemlere başvurması veya Beto’nun tuvaleti yapmak için gerekli parayı kızının okul parasından aşırmaya veya gümrük amiri için yasadışı işler yapmaya soyunması arasında bir fark yok; yoksul halk bir umudun (ve elbette sahte bir umudun) peşinde koşarken ezilmeye ve sömürülmeye devam ediyor. Filmde yoksul ama yaşama sevinci ile dolu insanlar olarak resmedilen kasaba halkının trajedisi belki bu açıdan biraz zayıf bir şekilde vurgulanıyor gibi ama hem filmin mizahi tonuna uygunluğu hem de yönetmenlerin, Charlone’un görüntü yönetmenliği geçmişinin eseri olan çarpıcı görüntülerinin sayesinde film etkileyiciliğini korumayı başarıyor.

Bir mesaj vermenin değil, daha çok tespit edip göstermenin peşinde olan hikâye aslında tam da bu sayede çağrıştırdığı düşünceler aracılığı ile yoksulun ezeli ve ebedi mağlubiyetini sinemasal yönden de güçlü bir biçimde sergiliyor. Kasaba halkının sondaki hayal kırıklığını görsel yönü çok güçlü bir biçimde karşımıza getiren karelerin her biri muhteşem birer fotoğraf kalitesinde ve bu fotoğrafların “sanatsal güzellikleri” korkulacağının aksine yoksulluğun manzarasını güzelleştirmiyor; aksine bu manzaranın içindeki ebedi kaderi ve bu kadere mahkum insanları hep yaşadıkları ve bundan sonra da yaşayacakları hayatlarının kaçınılmazlığı ile birlikte algılamamızı sağlıyor. Yönetmenlerin birlikte yazdıkları senaryo baş oyuncu Troncoso’nun, abartıya hayli müsait karakterini oldukça yalın ve doğal bir şekilde canlandırması ve diğer tüm ve genellikle tecrübesiz oyuncuların nerede ise kendilerini canlandırır bir doğallık içinde hareket etmeleri sayesinde mizahını da gerçekçi ve güçlü kılıyor. Örneğin erkeklerin kahvesinde geçen tüm sahneler gerçekçilikleri ile ama bir yandan da mizahı ile hayli keyifli. Filmin mizah açısından zirvesi Beto ve ailesinin gelecek ziyaretçilerin tuvaleti kullanımı ile ilgili test yaptığı sahne olsa gerek ama genel olarak film sondaki hayal kırlıklığı kareleri ile zirveye ulaşıyor.

Finaldeki “yeni bir fikrim var” cümlesi ve ailenin ve genel olarak kasabanın dayanışma kareleri, filmin çözüm öneren değil tespit eden ve gösteren yanının örnekleri olurken, hikâye bize bu durumun ebediyen süreceğini de vurgulamış oluyor. Dini duyguların güçlü olduğu bir Latin Amerika ülkesinde kasaba halkının bir dini önderin ziyaretini ticari bir fırsat olarak görmesi ve bundan rahatsız olmamalarının sergilenmesi ise aslında belki de filmin temel dertlerinden birini ortaya koymasını sağlıyor: Yoksulluk her duygunun önüne geçecek kadar acımasız bir durum. Baş karakteri dışındaki diğer karakterlerini yeterince işlememiş olması, din ile yoksulluk arasındaki ilişkiyi (örneğin Papa’nın ziyaretinin neden olduğu umudu ve bunun boşa çıkışını fark etmemesi üzerinden yoksulun herkesin gözünden ve gönlünden ırak oluşunu) açmaması ve belki mizahın trajediyi zaman zaman örtmesi ile eleştirilebilir ama film Latin Amerika’dan kesinlikle etkileyici bir yoksulluk manzarası getiriyor karşımıza ve ilgiyi hak ediyor.

(“Les Toilettes du Pape” – “The Pope’s Toilet” – “Papa’nın Tuvaleti”)

(Visited 96 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir