A Better Life – Chris Weitz (2011)

“Çünkü annen ve ben birbirimizi çok sevdik. Ama insanlar değişir. Burada her şey farklıydı ve annen de değişti. Ona verebileceğimden daha fazlasını istedi ve sonra gitti. Seninle yalnız başıma kaldım. Beş kuruşum bile ve düzenli bir işim olmadan ve küçük bir çocukla ne yapacağımı bilmiyordum. İçimde çok öfke vardı. Ama bir şey, tek bir şey bütün bunları atlatmama yardımcı oldu: Sen. Seninle ilgilenebilmek, büyüdüğünü görmek… Çünkü seni seviyorum. Benim için bu dünyadaki en önemli şeysin. Ne istersen o olabilmeni istedim. Bu bana kendimi değerli hissettirecekti. Bu yüzden istedim seni. Kendim için… Kendim için. Bir yaşama nedenim olsun diye”

Yasadışı olarak ABD’de yaşayan Meksikalı bir adamın ayakta kalabilmek ve on dört yaşındaki oğluna bir gelecek sağlayabilmek için çabalamasının hikâyesi.

Yapımcılığı ile öne çıkan ABD’li sinemacı Chris Weitz’in bir kısmını kardeşi Paul Weitz ile birlikte yönettiği romantik komediler ve fantastik filmlerden sonra çektiği ve şimdilik son filmi olan çalışma dramatik hikâyesi ile hem ABD’deki yasadışı göçmenlerin yaşadıklarını hem de bir babanın oğluna duyduğu sevgiyi anlatmaya soyunuyor. Roger L. Simon’un orijinal hikâyesinden Eric Eason’ın yazdığı senaryo ülkede devamlı yaşanan göçmen hikâyelerinden birini ele alırken çok farklı veya yeni şeyler söylemiyor ama Meksikalı baş oyuncusu Demian Bichir’in oyunundan da aldığı destekle seyircisini sevgi, heyecan, umut ve gözyaşı arasında elinde tutmayı başarıyor.

Los Angeles’ın Meksika kökenli insanların yaşadığı Latin mahallelerinden birindeki bir baba oğulun hikâyesi bu. Anne evi terk etmiş, baba ise yasadışı olarak girdiği ülkede para kazanarak oğlunu etraftaki çetelerden uzak tutabileceği bir yaşam kurmanın peşinde. Meraklılarını hayli tatmin edecek ve ağırlıklı olarak Latin havalı şarkılar ile bezeli hikâyede öne çıkan iki temel unsur yasadışı göçmenlerin dramı ve bir babanın oğluna duyduğu sevgi. Gizli olarak çalışan, sahip olduğu en değerli malı çalındığında korkusundan polise gidemeyen, çalıştığı yerlerin zenginliği ile taban tabana zıt yoksul bir hayat süren adamın tek amacı oğluna bir gelecek sağlayabileceği koşullara sahip olmak. Hikâye adamın ölesiye çalışmasını, birisinin gelip iş vermesini kendisi gibi olan diğer göçmenlerle beklediği yerdeki (bizde amele pazarı denen türden bir yer) dramını vs. etkileyici şekilde anlatıyor ama bu etkileyiciliğin ne kadar yeterli veya güçlü olduğu bir parça tartışmalı. Biraz fazlası ile beklenen/tahmin edilen şeyler gösteriyor film bize bu anlarda. Kendisi gibi iş bekleyen bir yoksulun onunla ekmeğini paylaşması gibi gereksiz kimi duygusal anlara yer verme numaralarının peşine düşmesi de doğru olmamış üstelik. Gençlerin tek seçeneğinin bir çeteye girmek ve sonra da ya ölmek ya da hapise gitmek olduğu bir çevrenin içinde yaşayıp farklı bir hayat kurmaya çalışmanın zorluğu açık ve filmimiz ABD’nin göçmen politikalarının kurbanı olan adamı anlatırken bu zorluklara ek olarak bir de onun “burasını kendi vatanı olarak seçmesi” gibi bir “haklılık” üzerinden de yaşadığı dramı artırmaya soyunuyor yine gereksiz şekilde. Yanında çalıştığı adamın para biriktirir biriktirmez Meksika’ya dönmesine karşılık, o burasını vatanı olarak benimsemiş ve dönmeye kesinlikle niyeti yok. Hikâye bunu vurgulayarak, onun dramını adeta onun gibi düşünmeyenlerden farklılaştırıyor ve öne çıkarıyor ve böyle olunca da ona yapılan sanki daha da haksız oluyor. Bu tercih anlaşılır ama yanlış bir tercih elbette film adına. Üstelik adamın rodeo sahnesinde altı biraz kaba bir biçimde çizilen Meksika nostaljisi ve oğlunu kendi öz kültürüne ısındırma çabası söz konusu iken, bu “ABD benim vatanım” vurgusu biraz yapay kaçıyor açıkçası.

İki dilli insanlar söz konusu burada ve kendi aralarında da aynı cümle içinde bile dil değiştirerek konuşuyorlar. Gerek kullanılan dil, gerek karakterlerin davranış şekilleri sıkı bir gözlemin eseri gibi görünüyor ki filmi de zenginleştiriyor bu durum ve daha da sahici görünmesini sağlıyor. “Too many Mexicans, not enough bullets – Çok fazla Meksikalı, yetersiz sayıda kurşun” gibi göçmen aleyhtarı sloganların duvarlarda yazılı olduğu bir dünya bu. Kahramanımız ne yaşarsa yaşasın doğruluktan, adaletten ve fedakârlıktan vazgeçmiyor. Onun bu yanının ısrarla vurgulanması da aslında sanki onun ülkede kalmayı hak ettiğini, bir bakıma diğerleri (diğer yasadışı göçmenler?) gibi olmadığını seyirciye anlatma telaşından kaynaklanıyor olsa gerek.

Çalınan kamyonetinin peşinde oğlu ile dolaşan adamın hikâyesi bu anları ile Vittorio de Sica’nın “Ladri di Biciclette – Bisiklet Hırsızları” adlı başyapıtını hatırlatacaktır pek çok kişiye. Burada da işi için (hayatta kalabilmek için) mutlaka gerekli olan bir aracın peşinde bir baba oğulu seyrediyoruz bir süre ve bu arayışları sırasında kimi gözlemleri de getiriyor karşımıza filmimiz. Kamyonunu çalan adamın en az onun kadar yoksul olduğunu ve çalma nedenini anlıyor adam, bir odada sefalet içindeki onlarca kaçağı görüyor vs. Ne var ki bu sahnelerin hemen tümü hep planlanmış, belli bir duygunun peşine fazlası ile kendisini açık edecek şekilde düşülmüş sahneler ve sinema dili ve değeri açısından güçlü değiller kesinlikle. Buna karşılık duygulanmanın, özdeşleşmenin peşindekiler için çekicilikleri var ki filmin yaratıcıları da onları hedeflemiş görünüyor.

Alexandre Desplat’ın keyifli ve başarılı orijinal müziği ve baş oyuncusu Demian Bichir’in oyunu filmin çekici iki öğesi. Bichir karakterini sevmiş ve inanmış görünüyor hikâye boyunca. Arada bir iki sahnedeki yeterince güçlü olmayan performansının nedeni ise temel olarak bu sahnelerin yukarıda örneklerini verdiğim mesaj kaygıları ile dolu olması olsa gerek. Keşke senaryo bu mesajlardan veya “konudan haberi olmayanlara göçmenler hakkında 90 dakikalık ders” havasından daha fazla sıyrılabilseymiş ve özellikle oğlanın çetelerden uzak durma çabası daha güçlü bir sinema dili ile getirilebilseymiş karşımıza ama yine de ilgiyi hak eden bir film bu. Babanın uyuyan oğlunu seyrettiği sahnenin (üstelik oldukça sade bir sahne bu) sembolü olduğu güçlü sevgi havası ve insanca yaşayabilmek ve sevdiklerine gelecek sağlayabilmek için insanların neler yapmak zorunda kaldıklarını bir kez daha hatırlamak için de iyi bir fırsat.

(Visited 184 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir