Who’ll Stop the Rain – Karel Reisz (1978)

“Fillerin uçan insanlar tarafından kovalandığı bir ülkede, insanlar elbette kafayı bulmak isteyecektir”

Arkadaşına yardım etmek için, Vietnam’dan ülkesine dönerken uyuşturucu taşıma işine bulaşan bir askerin hikâyesi.

Ne yazık ki fazla film çekmemiş Çek asıllı İngiliz yönetmen Karel Reisz’in Vietnam temalı bu filmi Robert Stone’un “Dog Soldiers” adlı romanından uyarlanan ve hem bu isimle hem de filmde yer alan Creedence Clearwater Revival şarkısı “Who’ll Stop The Rain” adı ile tanınan bir çalışma. Doğrudan savaşa değil savaşta yer alan karakterlerin bulaştığı bir uyuşturucu işine odaklanan hikâyesi savaşa ve savaşın travmaya uğrattığı Amerikan toplumunun bireylerine göndermelerde bulunan ve bu anlamda ayrıca önemli olan bir eser. Savaş veya uyuşturucu gibi konularda bilinmedik sulara pek girmeyen film oyuncularının performansı ile dikkat çeken, aksiyon sineması ile pek bir arada düşünemeyeceğiniz Reisz’in yönetmenlik başarısı ile dikkat çektiği son bölümleri ile etkileyici ve hikâyesinin iyi anlatılması ile çekici olabilen bir çalışma.

Cannes festivalinde Altın Palmiye için yarışan filmin buradaki adı uyarlandığı romanınki ile aynı olan “Dog Soldiers” imiş. Toplumunun geleneklerine sadakati olmayan savaşçılara Amerikan yerlilerinin taktığı bir lakap bu ve filmdeki baş karakterin, Nick Nolte’un canlandırdığı eski askerin “isyancı” bir kimliğe sahip karakteri nedeni ile herhalde romana/filme uygun görülmüş bu isim. Ray Hicks adlı bu karakterin “isyancı”lığı üzerinde biraz durmak gerekiyor filmin kimi güçlü ve zayıf yönlerine de ışık tutacak şekilde. Ne Amerikan sinemasının bildik kahramanları kadar “iyi”, ne de o sinemanın kötüleri kadar “kötü” bir karakter bu. Savaşçı kimliği, cesareti ve güçlü adalet duygusu ile hayli olumlu çiziliyor ama sonuçta -bir arkadaşına para da kazanacağı bir şekilde yardım amacı ile olsa da- Vietnam’dan uyuşturucu kaçırılmasına aracılık ediyor ki finalde uyuşturucu paketinin lanetinden kurtulmak isteyenlerin yaptığı düşünülürse, filmimiz karakterinin bu seçiminden pek hoşnut değil. Filme kaynaklık eden romanın yazarı Robert Stone ve Judith Rascoe tarafından yazılan senaryo gerek onun gerekse uyuşturucu kaçırma işini asıl başlatan John Converse adlı diğer askerin (Michael Moriarty) bu işe neden bulaştıklarını bir parça dolaylı yoldan anlatmayı tercih ediyor. Açılış sahnesi (ki nedense daha sonra gereksiz flashback’le tekrarlanıyor) bu ikinci karakterin savaşta yaşadığı dehşeti gösteriyor bize ama eyleminin bu savaşa, savaşa onu gönderenlere ve devletine bir öfkenin sonucu olduğunu düşünmemizi çok da ikna edici olamayan bir şekilde ima ediyor daha çok. Kahramanlarının eylemlerinin gerekçelerini -eğer nedensizlik üzerine kurulu bir hikâye anlatmıyorsanız- yeterince ikna edici kılamayan hikâyelerin zayıflığı kendisini gösteriyor burada sonuç olarak. Bu problem bir yana, film Nick Nolte’un hak ettiği fiziksel ve duygusal cazibeyi kazandırmayı başardığı karakteri seyirci için ilgi çekici kılmayı becererek hikâyenin seyirci nezdinde seyri hoş bir tecrübe olmasını sağlıyor. Bu karakterin final sahnesi ise hayli özenerek düşünülmüş ve çekilmiş, adeta bir trajedi kahramanı ile karşı karşıya olduğumuzu düşünmemizi hedefleyen içeriği ile hem filmin en başarılı anlarından biri hem de hikâyenin o ana kadarki düz akışına bir parça aykırı düşen bir bölüm olarak dikkat çekiyor.

Sadece açılışta ve daha sonra tekrarladığı sahnede bize savaşı gösteriyor Reisz ve filmin kimi yetersiz, bir başla deyişle güçsüz anlarına da burada imza atıyor. Savaşın korkunç yüzünü yanıtmakta yetersiz ya da fazlası ile alışıldık kareler geliyor karşımıza bu anlarda. Amerikalı askerler arasındaki bir araba yolculuğu boyunca gerçekleşen sohbet de benzer şekilde askerlerin içine düştükleri anlamsızlığı ve travmayı yansıtmaktan uzak. Hele Vietnam gibi bir savaştan söz ettiğimiz düşünülürse, bu yetersizlik daha da önemli oluyor. Nolte’un karakterinin elinde dolaşan Nietzsche kitabını hikâyede nereye yerleştirmemiz gerektiği de fazlası ile gereksiz biçimde seyirciye bırakılmış görünüyor. Başta filme sonraki adını veren şarkı olmak üzere, 1970’lerin pek çok sıkı şarkısı (yine Creedence Clearwater Revival’dan “Hey Tonight” ve “Proud Mary”, Don McLean’dan “American Pie”, The Spencer Davies Group’dan “Gimme Some Lovin” vs.) hikâye boyunca kulaklarımıza çalınırken söz konusu dönemin atmosferini, özellikle şarkılara aşina olanlara, keyifli biçimde hatırlatıyor.

Evet, film doğrudan Vietnam’ı eleştirmiyor ama “Vietnam askerlerini yolunu kaybetmiş, yaralı kurbanlar olarak” çizmesi (Politik Kamera – Ryan / Kellner) kayda değer bir husus. Finalde bir adam ve kadının (bir ailenin?) ölen genç adamı (savaşta ölen bir askeri?) kucaklaması, savaşta oğullarını kaybeden ülkeye bir gönderme olarak okunabilir diye düşünüyorum. Aynı şekilde, filmin çok daha etkileyici olan ikinci yarısındaki kimi bölümler de savaşın neden olduğu travmaların izlerini taşıyor. Örneğin, bir dağ evinde kurulan geçici “yuva” ve orada kurulan -biraz fazla beklendik olsa da- hayaller yine gençlerin yok edilen hayallerini ve kırılan umutlarını hatırlatıyor bize. Tüm son bölümdeki kaos olarak nitelendirebileceğimiz karmaşa ise ABD’nin Vietnam’da içine düştüğü batağın sonucu olan çekişme ve çatışmalardan izler taşıyor sanki. Finaldeki ses ve ışığın yarattığı “cehenem” içindeki çatışma anlarında Amerikan folk müziğinin kullanılıyor olması da benzer şekilde Amerikan toplumun savaşın yaraladığı ruhuna bir gönderme olsa gerek. Filmin “kurban” rolünü Amerikan askerlerine ve toplumuna vermesi ise elbette eleştiriye açık, savaşta ölen sadece sivil Vietnamlı sayısının 400 Bin olduğu düşünülürse. Bu elbette tam bir Amerikan merkezli bakışın sonucu; savaşa neden olanların asıl kurbanlara değinilmeden tek kurbanmış gibi gösterilmesi kuşkusuz doğru değil. Ne var ki burada bir “kötü niyet”ten çok, sadece kendine bakmaktan kaynaklanan bir eksik bakış olduğunu söylemek daha doğru olur sanırım. Bir adamı öldürmekle tehdit eden bir çete elemanının bunu çekinmeden yapabileceğinin kanıtı olarak “daha önce Vietnam’da adam vurdum” demesini de filmin savaşa eleştirel değinmelerinden biri olarak not edebiliriz.

Trajik olayları başlatanın bir fayda göremese de en azından ciddi bir zarar görmeden kurtulması, buna karşılık öne sürülenin asıl zararı gören kişi olması savaşı planlayan ve çıkartanlar (yöneticiler) ile ölenlerin (halkın) farklı kaderlerini hatırlattığı hikâyede, Nick Nolte başrolün sahibi olsa da ve rolünün hakkını verse de, performans açısından asıl öne çıkan Michael Moriarty oluyor. Diğer bir önemli rolün sahibi Tuesday Weld de karakterini senaryo kendisine diğerlerine ettiği kadar yardım etmese de ilgi çekici kılmayı başarıyor. Özetle, genellikle iyi anlatılmış, son bölümleri iyi kotarılmış ve Vietnam’ın neden olduklarını hatırlatan ilgiye değer bir film karşımızdaki.

(“Dog Soldiers” – “En Büyük Suç”)

(Visited 252 times, 6 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir