Onegin – Martha Fiennes (1999)

onegin“Bunun nereye varacağını görmüyor musun? İlan-ı aşk, düğün, aile, yükümlülükler, sıkıntı ve aldatma”

Çarlık dönemi Rusya’sında bezgin ve duygusuz görünümlü bir aristokrat ile ona aşık olan taşralı genç bir kadının hikâyesi.

Rus yazar Alexander Puşkin’in “Yevgeniy Onegin” adlı manzum romanından uyarlanan bir İngiliz – ABD ortak yapımı. Peter Ettedgui ve Kanadalı yazar, akademisyen ve politikacı Michael Ignatieff tarafından uyarlanan filmi Martha Fiennes yönetmiş. Kadrosunun bir “Fiennes ailesi yapımı” havası yarattığı film çok ünlü bir eserden uyarlanmanın hem avantaj hem dezavantajlarını taşıyan, farklı bir sinemasal tadı yakaladığı anlarda çekici ama zaman zaman atalete düşen ve kaynak romanın tadını yakalayamamış olsa da özellikle ikinci yarısında artan cazibesi ile ilgiye değer bir çalışma.

Filme adını veren başrolü ve yürütücü yapımcılığı üstlenen Ralph Fiennes, filmi yöneten Martha Fiennes ve müzikleri üstlenen Magnus Fiennes sinemanın kardeş sanatçıları. Bir diğer kardeş Sophie Fiennes ve yönetmenin eşi George Tiffin’in adı jenerikte yönetmenin katkıları nedeni ile teşekkür ettiği isimler olarak geçiyor. Ralph Fiennes’in o zamanki partneri Francesca Annis küçük bir rolde oynarken, Magnus Fiennes’in eşi Maya da soundtrack’teki piyanoyu çalan isim. Kısacası bir “aile filmi” var karşımızda. Yönetmen Fiennes kariyerinde biri belgesel olmak üzere sadece iki film yönetmiş ve karşımızdaki de bunların ilki. İlk yönetmenlik çalışması için Puşkin’in bir eserinin ve hele çok bilinen ve sevilen bir eserinin sinema uyarlamasını üstlenmek zor ve cesaret gerektiren bir iş olsa gerek. Çaykovski’nin opera olarak bestelediği, onun müziği baz alınarak baleye de uyarlanan, tiyatro uyarlamasının yanısıra sessiz sinema döneminden başlayarak sinemaya da defalarca uyarlanan bir eserden söz ediyoruz. Ortaya nasıl bir sinemasal sonuç koyarsanız koyun, karşılaştırmalardan ve elbette şu ya da bu nedenle eleştirilmekten kurtulmanız mümkün değil doğal olarak. Fiennes’in bu filmi ise romanın büyüsünün ve asıl derdinin hak ettiği sinema karşılığını bulabilmiş mi diye bakıldığında, hem iyi hem zayıf notları birlikte taşıyan, kimi anlarında sadece eseri görsel olarak yeniden üretebilmesi ile değil, kendine özgü bir hava da yaratabilmesi ile dikkat çekerken, öte yandan özellikle ilk bölümlerde hayli durgun ve cansız bir hava taşıyan sahneleri ve romanın temel derdini zaman zaman kaçırmış olması ile de yoran/sıkan bir görünüme sahip.

Görüntü yönetmeni Remi Adefarasin’in dış mekanlarda kar, sis ve soğuğu başarı ile yakalayan ve Rusya’da olduğumuzu hissettiren başarılı görsel çalışması, iç mekanlarda geçen sahnelerde ise Rusya’dan çok İngiliz imparatorluk döneminden kostümlü bir dram seyrettiğimiz havasını takınan filmin bu zayıflığına ortak olmuş görünüyor. Oysa tam bir Rus havası vardır kitabın. Eserin kahramanı Onegin gibi Puşkin de bir düello yapmış gerçek hayatta ve kaybeden kendisi olmuş Onegin’in tersine. Üstelik düellonun nedeni kitap/filmdeki ile aynı: Sevdiğini baştan çıkarmaya çalışan bir adama duyulan öfke. İşte tam da bu benzerlik, Puşkin’in bu eserinin ana temalarından biri olan edebiyat ile gerçek hayat arasındaki ilişki (benzerlik ve farklılıklar) üzerine de çok şey söylüyor bize ilginç bir şekilde. Evet söylüyor, ama kitabın kendisindeki kadar yüksek sesle ve içi dolu olarak ifade edilmiyor bu tema filmde ne yazık ki. Genç kadının okuma merakı ve hayatını okuduğu Fransız romanlarındaki karakterler gibi yaşama çabası ve daha da önemlisi Puşkin’in kendisi de bir edebiyat eseri olan çalışmasının gerçekliğinin (gerçek olmayan bir eserin gerçeği nasıl açıklayabileceği sorunu) sorgulanması filmde kesinlikle yetersiz olarak ele alınmış. Bu nedenle de kadının adama duyduğu “ani aşk” havada kalır ve anlamlandırması zor bir hal alırken, sonlardaki bir sahnede kadının adamın evinde açık duran kitapları incelediği sahne de romanı bilmeyenler için anlaşılır olmuyor.

Filmin Onegin karakterini çizerken ise romanın gerisinde kaldığını ama yine de arada etkileyici olabildiğini söylemek gerekiyor. Yorgun, bezgin, umursamaz ve sanki bir parça nihilist gibi görünen karakterin yaşattığı ve yaşadığı acıyı tutarlı bir süreklilik içinde olmasa da ve eserdeki kadar güçlü görünmese de hissetmenizi sağlıyor film. Bununla birlikte Onegin’in zaman zaman “Issız Adam” gibi çizilmesinin rahatsız ediciliğini de atlamamak gerekiyor. Özellikle sonlardaki ve adeta bir operanın trajik bir finalini andıran ikili sahne, Liv Tyler ve Ralph Fiennes’in parlak oyunları ile size de gözyaşı döktürebilecek ve “neden” sorusunun cevabını buldurmaya çalışacak bir güçte. Tyler’ın buğulu ve büyülü güzelliğini de akıllıca kullanmış yönetmen Fiennes ve hayal ettiği ve hissettiği aşkın sarmalına kapılmış kadını tüm duygularını bize de hissetirecek bir mizansen anlayışı ile getirmiş karşımıza. Yönetmen başlardaki sahneleme anlayışı ve oyuncularından aldığı ve bir dönem draması seyrettiğimiz havası yaratan performansları neyse ki tüm filmde tekrarlamamış ve örneğin düello sahnesindeki görkemli güzelliğin örneği olduğu büyülü anları yaratabilmiş daha sonra. Sözünü ettiğim bu sahne belki de filmin temel olarak neyi kaçırdığını da gösteriyor bize. Bir rüyada hareket eder, daha doğrusu kayar gibi görünen karakterlerle hafif stilize bir anlatımı da olan film, keşke daha cesur davranabilse ve büyülü atmosferini tüm hikâyesine yayarak, bize kimi zaman yaşattığı vasatlıktan kurtarabilseymiş kendini. Bu problem gerçekten çok önemli çünkü film pek de kısa olmayan anlar boyunca hayli cansız bir hava takınıyor.

Ralph Fiennes senaryonun kimi problemlerine rağmen, karakterinin kendi huzursuzluğu (inançsızlığı?) ile hem kendisini hem etrafındakileri lanetleyen kişiliğini kesinlikle etkileyici ve filme ciddi artı değer sağlayacak şekilde canlandırmış. Liv Tyler ise yukarıda sözünü ettiğim sahne dışında çok güçlü bir oyunculuk sergilemiyor her zaman ve Fiennes’in aşabildiği senaryo problemlerinden olumsuz etkilenmiş görünüyor. Fiennes ve Tyler’ın karakterlerinin dönemin değerlerinden farklı politik ve toplumsal görüşlerinin üzerine gitmemek ve onları unutmak gibi bir problemi de olan senaryonun gerçekçi bir kostüm draması ile büyülü bir dönem filmi arasında kalarak tüm ağırlığını ikinci tarafa vermemesi üzücü olmuş açıkçası. Yine de kimi ciddi kusurlarına rağmen, görülmeyi hak eden bu film anti-kahraman diyebileceğimiz karakteri ve ne olursa olsun taşıdığı Puşkin havası ile önemli bir çalışma.

(Visited 260 times, 5 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir