Stevie – Robert Enders (1978)

Stevie“Hayatta kalma mücadelesini çok umursamıyorum. Ebediyen yaşamak zorunda olsaydık, ne korkunç olurdu! Ölüm olmasa, muhtemelen hayatı sürdüremezdik”

İngiliz şair ve romancı Stevie Smith’in teyzesi ile ilişkisini merkezine alan hayat hikâyesi.

Hugh Whitemore’un aynı adlı tiyatro oyunundan kendisi tarafından uyarlanan ve Amerikalı sinemacı Robert Enders tarafından yönetilen bir biyografi filmi. Şairi canlandıran Glenda Jackson’ın ve teyzesi rolündeki Mona Washbourne’un olağanüstü performanslar sundukları film en çok bu özelliği ile akılda kalan ve Smith’i tanıyanların ve şiirden hoşlananların ayrı bir ilgi ile izleyeceği bir çalışma. Whitemore’un senaryosunun filmi yeterince oyundan uzaklaştırıp sinemasal bir tat yaratamamış olması ve yönetmen Enders’ın kariyerindeki bu tek konulu filmde çekici bir sinema dili kullanamamış olması gibi önemli kusurları olan film yine de sadece iki büyük oyunculuk gösterisinin hatırına bile izlenmeyi hak eden bir çalışma. Bir edebiyatçının geçmişi hatırlaması, çocukluğu ve aşk hayatı üzerine seyirci ile söyleşmesi ve özellikle de teyzesi ile sevgi dolu ilişkisi de kimileri için cazibe kaynağı olacaktır kuşkusuz.

Diyalogu olan sadece dört karakterin yer aldığı bir hikâye bu ve orijinal oyunun ruhundan uzaklaşmamayı tercih etmemesinin sonucu olarak da bol konuşmalı. Karakterler bu konuşmalarının bir kısmını fimin seyircisine yapıyorlar doğrudan ve tüm ömrünü ölümüne kadar teyzesi ile geçiren ilginç bir kadın edebiyatçının hayatını getiriyorlar karşımıza. Seyirciye hitap etmek gibi normal anlatım dilini kıran bir tercihin yanısıra, bir anlatıcı olarak işlev gören ve Trevor Howard’ın canlandırdğı karakterin filme zaman zaman bir belgesel tadı da katması da dikkat çekiyor. “Günümüzde” geçen hemen tüm sahneleri bir evin salonunda ve kısmen de olsa mutfağında yaşanırken, geçmiş sepya görüntülerle anlatılıyor her zaman. Patrick Gowers’ın kesinlikle çok etkileyici ve geçmişteki anlara çok yakışan, “bugün”ün sahnelerine ise bir parça aykırı düşen müziğinin de etkisi ile bu sepya görüntüler ve anlatım dili hayli etkileyici oluyor. Buna karşılık, evin salonunda geçen sahneler zaman zaman bir yönetmenin varlığından kuşku duyuracak kadar tekdüze bir sinema diline sahip. iki oyuncunun olağanüstü oyunları olmasa kesinlikle çok monoton bir filme neden olacak bu sahnelerin yönetmen dışındaki bir diğer sorumlusu da senaryoyu yazan Hugh Whitemore. Belki de metnine çok güvendiğinden, oyunun sinemasal karşılığını yeterince güçlü üretememiş bir senaryo bu ve seyirciyi filme katılmakta zorluyor açıkçası.

Geçmişin melankolik havasını günümüzde benzer bir çekicilik ile destekleyemeyince, filmin hemen tüm yükü sık sık Glenda Jackson’ın ve Mona Washbourne’un omuzlarına biniyor. Neyse ki muhteşem bir oyunculuk veriyor her ikisi de ve hikâyeyi alıp götürüyorlar. İlki “The Man” olarak adı verilen bir anlatıcıyı, ikincisi ise şairin bir zamanlar nişanlı olduğu adamı canlandıran Trevor Howard ve Alex McCowen’ın da kısa rollerinde sıkı bir performans vererek eşlik ettikleri ikili filmin en büyük kozları kesinlikle. Whitemore’un senaryosunun en başarılı olduğu anlarda, Glenda Jackson’ın bir diyalogdan veya bize hitap ettiği bir monologdan şiirlerinden birine geçiş yaptığı (bazen ters yönlü de işliyor bu geçiş) sahneler özellikle edebiyatın hayatın içindeki yeri (veya tersi) üzerine hissettirdikleri ile etkileyici oluyor kesinlikle. İntihara teşebbüs etmişliği de olan şairin hayatındaki hayal kırıklıklarını, iniş ve çıkışları ve ilişkilerini (erkeklerle ve özellikle teyzesi ile) zaman zaman dokunaklı bir biçimde bize gösteren de bu sahneler oluyor çoğunlukla.

Karakterini hikâye ilerledikçe tanıyabildiğimiz ve tanıdıkça ona ve hikâyeye ısınabildiğimiz filmlerden biri bu ve başlarda bir parça sabır da gerektirebilir bol konuşmalı filmlere alışık olmayanlar için. Yönetmenin bu sahnelerde sinema tadı yaratamaması veya buna gerek duymaması filmin talihszliği olmuş açıkçası. Sinema kariyerinde ağırlıklı olarak yapımcılıkla uğraşan Robert Enders’ın bu ilk ve son sinema filmi için neden bu oyunu tercih ettiğini bilmiyorum ama zor bir işin altına girmiş, bir oyunun sinema karşılığını üretmeye çalışmakla. Onu kurtaran ise ağızlarından çıkan her kelime ile, yüzlerindeki her mimik ile ve olağanüstü kullandıkları vücut dili ile mükemmel oyunlar veren Jackson (sanatçı aynı rolü sahnede de canlandırmış) ve Washbourne ikilisi oluyor.

(Visited 93 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir