Lolita – Stanley Kubrick (1962)

“O, yumuşak ve hayalperest çocuksulukla tuhaf bir adiliğin karışımı”

Bir edebiyat profesörünün 14 yaşındaki bir kıza duyduğu tutkunun hikâyesi.

Nabokov’un sansasyon yaratan romanından kendisinin senaryolaştırdığı ve sinemanın dâhi yönetmeni Stanley Kubrick’in çektiği bu film sinema tarihinde iz bırakan eserlerden biri. Çektiği on üç uzun metrajlı filmin hemen her birinde farklı bir türe el atan (örneğin “Paths of Glory” ile savaş, “2001: A Space Odyssey ile bilim kurgu, “The Shining” ile korku vb.) yönetmen sanki tüm sinema dünyasına her bir türe nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda ders vermeye çalışmıştı. Bu filmde de Kubrick’in “erotik” sinemaya oldukça farklı bir yaklaşım getirdiğini söylemek mümkün.

James Mason profesör rolünde Kubrick’in karakterine biçtiği alaycı tarzı benimsemiş bir şekilde ve hem acıma hem nefret duygusunu uyandırmayı başararak oynuyor. Tüm o “ayartma ve aslında beraberinde ayartılma”, kapıldığı tutkunun beraberinde getirdiği başının derde girme korkusu, kıskançlık ve yavaş yavaş kaybolan özgüven anlarını zaman zaman iyice öne çıkan mizahı da unutmadan keyifli bir biçimde canlandırıyor. Shelley Winters “yalnız ve sevgiye özlem duyan anne” rolünde ne parlak bir oyuncu olduğunu hatırlatıyor bir kez daha ve karakterinin “aşk ihtiyacını dizginleyemeyen ama bunu örtmeye çalışan” ve zavallılık duygusu yaratan çabasının altını kesinlikle rahatsız etmeyen bir vurgu ile çiziyor. Sue Lyon genç kız rolünde karakterinin acımasızlığını ve tehlikesini rahat bir oyunla ama ekibin bir parça gerisinde kalarak sunuyor. Lyon bu ilk sinema filminde Kubrick ile ve daha sonraki iki filminde (“The Night of the Iguana” ve “7 Women”) John Huston ve John Ford gibi iki usta yönetmenle çalıştıktan sonra televizyon filmlerine geçen ve sonra da film dünyasından kaybolan bir isim olmuştu. Ve Peter Sellers… Kurnaz, çapkın ve acımasızlığın sonuna kadar giden karakterinin profesörü nasıl elinde oynattığını inanılmaz bir şekilde aktarıyor bize; aralıksız ve hızlıca kurduğu uzun cümlelerden oluşan konuşmaları, ironiyi ve kurnazlığı nerede ise hiçbir diyaloğa ihtiyaç olmayacak şekilde seyredene geçiren mimikleri ve vücut dili, ustası olduğu kimlik değiştirmeleri ve taklitleri ile zaman zaman filmin asıl yıldızı oluyor. Onun karakteri tek başına ve farklı bir filmin ana konusu bile olabilir diye düşünmemek elde değil.

Filmlerinin her bir karesini titizlikle planlayan ve istediği sonucu alana kadar sahneleri defalarca çekmekle tanınan Kubrick bu filminde de klasikleşmiş sahnelere imza atmış; açılıştaki filmin temasını da özetleyen pedikür bölümü, tüm komikliği ile ve sonraki gelişmeleri de haber veren sinemadaki üçlü el tutma sahnesi, kahramanımızın düştüğü zavallılığı vurgulayan kıskançlık dakikaları, anne-kız arasındaki erotik çekişme anları, fiziksel komedi öğeleri ile otel odasındaki ilave yatağı açma sahnesi vs. Otel odasında profesör ile genç kız arasındaki konuşma sahnesi seçilen kamera açıları, oyuncuların yerleşimi ve vücutlarını kullanımı ile başlı başına bir sinema dersi olacak özellikte.

Erotizme başvurmadan erotik olmayı başaran, tutku ile aşık olunan kişinin hem efendisi hem kölesi olunacağını vurgulayan, ve dram, trajedi ve komediyi aynı anda verebilen bu film işte o mutlaka görülmesi gerekli filmlerden. Seyrederken ilgiyi bir şekilde hep üzerinde tutmayı başaran garip bir çekiciliği var bu filmin ve vasat bir yönetmenin elinde “anlamsız ve komik” durabilecek bir senaryonun Kubrick gibi usta bir sinemacın eline geçtiğinde nasıl boyut değiştirdiğine şahit olmak çok keyif verici. Filmin tam anlamı ile tadının çıkarılabilmesi için seyrederken kendinizi serbest bırakmanız ve filmin sizi sürüklemesine izin vermeniz gerekiyor; o zaman gülecek, üzülecek, düşünecek ve hayran olacaksınız.

(Visited 513 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir