Barefoot in the Park – Gene Saks (1967)

“O en azından çorbayı içmeyi denedi. Senin gibi çatalını fasulyeye batırıp sanırım içeride biri var demedi”

Tutkulu bir evliliğe adım atan genç bir çiftin birbirlerini tanıma ve birbirlerine alışma dönemlerinin hikâyesi.

Neil Simon’ın kendi oyunundan senaryolaştırdığı ve kısa filmografisi ağırlıklı olarak bu tür karakter komedileri ile dolu olan Gene Saks’ın yönettiği bu film 60’lı yılların özgür havasından esintiler taşıyan ama elbette bu özgürlüğün parkta çıplak ayakla gezinmek ile bağdaştırıldığı türden bir Hollywood komedisi. Robert Redford ve Jane Fonda gibi iki büyük oyuncunun başrolleri paylaştığı film kimi anlarında epey komik ve rolü ile Oscar’a aday olan ve genç kadının annesini canlandıran Mildred Natwick’in sürüklediği bir çalışma. Sonu başından belli olan türden ve aslında bir hikâyesi olduğu da pek söylenemeyecek olan film gülümseten yanının ağır bastığı romantik komedilerden.

Asansörsüz bir apartmanın beşinci katında yaşayan çiftin ziyaretçilerinin beş kat merdiveni tırmandıktan sonraki halleri filme en komik sahnelerini kazandırıyor ve Natwick’in kayınvalide karakterinden kargo elemanına ve telefoncuya pek çok karakter bu nefes nefese kalma sahnelerinde oldukça komik olmayı başarıyorlar. Aynı rolü tiyatroda da canlandırmış olan Robert Redford kendi nefessiz kalma sahnesinde ise diğerleri kadar çarpıcı değil ama genel olarak “cool” karakterini inandırıcı kılmayı başarıyor. Jane Fonda yine güçlü, keyifli ve dinamik bir oyunculuk ile Natwick’in başarısına eşlik ediyor. Yaşlı çapkın rolündeki Charles Boyer karakterinin fazlası ile klişe olmasının dezavantajlarını yaşasa da hikâyesindeki olay örgüsünün zayıf kaldığı ve anlaşılan bunun pek de önemli olmadığı filmi diğer üç oyuncu ile birlikte kurtarmayı başarıyor.

Ağırlıklı olarak bir oda içinde geçen film zaman zaman dışarı çıkarıyor karakterlerini ama bu sahneler ya hikâyeye sonradan yedirildiği açık olan bölümler (örneğin kış ayazındaki feribot yolculuğu) ya da Arnavut lokantasındaki gibi komik olsa da ne olacağının ve sizi neyin güldüreceğini önceden rahatlıkla tahmin edebileceğiniz türden. Bunun dışında Redford’un ciddi ve muhafazakâr karakteri ile Fonda’nın hayat dolu ve komik karakterinin çatışmasından ortaya nasıl bir sonuç çıkacağı ve hikâyenin nasıl gelişeceği baştan zaten belli ama Simon’ın kimi komik diyalogları ve oyuncularının performansı filmi seyredilir kılmaya yetiyor. Yoksa bahsettiğim çatışmanın ne çözümünü ciddiye almaya gerek var ne de bu çatışma üzerinden 60’lı yılların özgürlükçü havasına değinmeler yapılmasını beklemek anlamlı. Kariyerlerinin başları diyebileceğimiz dönemlerindeki gençlikleri ve güzellikleri ile perdeyi aydınlatan Redford ve Fonda ikilisini bir arada görmenin bile belki de tek başına cazibe kaynağı olduğu film özetle çoğunlukla orta karar seviyelerde gezinen ve kimi anlarında sevimli olmayı da başaran, müziği ve şarkısının da filmin çekildiği dönemin ve hikâyenin ruhuna uygun düştüğü bir komedi. Her ne kadar filmin sonunda “olması gereken” şekilde iki mutlu çift ile bitiyor hikâye ama objektif gözle bakınca bu çiftlerin yanlış eşleştiğini söylemek gerek. Fonda Boyer ile, Redford da Natwick ile eşleşse Amerikan usulü “uzlaşma” mesajlarına da gerek kalmazmış.

(“Parkta Çıplak Ayak”)

The Odd Couple – Gene Saks (1968)

“Aynı evde yaşayan iki bekâr adamın evi annemin evinden daha temiz olmamalı”

Biri boşanmış diğeri karısından boşanmak üzere olan iki poker arkadaşının aynı evi paylaşmaya başlamaları ile gelişen olayların hikâyesi.

Neil Simon’ın aynı adı taşıyan ve daha sonra televizyon dizisi haline de getirilmiş olan oyunundan uyarlanan eğlenceli bir film. Tam otuz yıl sonra devamı da çekilen film 60’lar Amerikan sinemasının en komik eserlerinden biri ve baş rollerdeki Walter Matthau ve Jack Lemmon’ın oyunlarının katkısı ile de kendisini keyifle seyrettiriyor. Simon’ın kendi oyunundan uyarladığı senaryo sıkı bir komedinin kaynağı olmuş ve film bugün de ilk çekildiği gündeki kadar taze görünüyor.

Matthau ve Lemmon sinema tarihinde toplam on kez birlikte oynamışlar ve bu ikinci birlikteliklerinde de hayli keyifli bir performans veriyorlar. Lemmon’a daha fazla avantaj sağlar görünen senaryonun dört dörtlük olduğunu söylemek gerek öncelikle. Tiyatro havasını özellikle kırmaya gayret eder görünmeyen ama dinamik anlatımı ve başarılı bir kurgu ile filme sinemasal bir tat katmayı başaran yönetmen Gene Saks’ın becerisi ve elbette Simon’ın hayli sağlam ve komik senaryosu ile birlikte bu iki oyuncunun performansları filmi sürüklüyor. Taban tabana zıt iki erkek karakterin birlikte yaşamaya başladıktan bir süre sonra kendilerini klasik “aile” kavgalarının tarafları olarak bulduğu filmde Lemmon ve Matthau özellikle ikili sahnelerinde gerçekten döktürüyorlar. Onlara hayli katkı sağlayan tüm yan karakterler ile birlikte film aralıksız bir gülümseme ve sık sık da kahkaha ile izlenen türden bir eserin tadını taşıyor. Lemmon’ın açılıştaki tek kişilik şovu ile daha en baştan seyirciyi yanına çekmeyi başaran film senaryo, yönetim ve oyunculuk gibi üç temel alanda sağlam öğelere sahip olunca ortaya çıkan da böyle başarılı bir sonuç oluyor doğal olarak.

Neal Hefti’nin bir yerlerde mutlaka kulağınıza çalınmış olan keyifli müziği eşliğinde anlatılan hikâye poker masasındaki erkekler arasında geçen tüm sahneler, Lemmon’ın lokantadaki “küçük rahatsızlıkları” ve Lemmon ile Matthau arasındaki karakter zıtlıklarından kaynaklanan tüm bölümler gibi eğlenmeyi garanti eden anlara sahip. Elbette akşam eve geç kalan Matthau’ya Lemmon’ın tepki gösterdiği sahnedeki diyalogları (ve bu diyalogların tipik bir karı koca kavgasındakiler kadar gerçekçiliği) ve finaldeki son kavga ve “ayrılık” sahnesini de unutmamalı. Lemmon karakterinde birisinin tüm o titizliği ve kontrol merakı ile diğer dört erkek ile etrafı pisliğin götürdüğü bir evde nasıl poker arkadaşılığı yapabildiğine takılmamak gerek. Belki tam da bu nedenle film Lemmon’ı poker masasına otururken hiç göstermiyor. Sadece yedi sinema filmi çekmiş olan Gene Saks sinema tarihine başyapıtlar bırakmış bir yönetmen değil ve bu filmin de onun en iyi filmi olduğu rahatça söylenebilir ama sonuçta senaryo ne gerektiriyorsa onu aynen uygulamış bu filmde ve ortaya hem sinemanın hem de ilkine zaman zaman hayli ağır basacak şekilde tiyatronun tadını taşıyan bir eser koymayı başarmış. Evet, belki tam bir sinema başarısı değil ortaya çıkan ama sonuç başarılı bir klasik komedi olduktan sonra oyuna fazlası ile bağlı kalınmış olması ne farkeder?

(“Garip Bir Çift”)