At Close Range – James Foley (1986)

“Buradan geçenler, evler, çiftlikler ve tarlalar görür. Bense sadece para görürüm ve yürütebileceğim şeyleri”

Aileyi yıllar önce terk etmiş babası ile karşılaşan ve onun hırsızlık çetesine katılmaya çalışan bir gencin hikâyesi.

Gerçek bir hikâyeden uyarlanan ve 1978 yılında geçen film babanın olmadığı bir evde evin erkeği rolünü üstlenmek durumunda kalan bir gencin babasının keşfettiği gerçek yüzünün neden oldukları ile mücadelesini anlatıyor temel olarak. Bu çabasının sonucunu da kalın çizgiler ile ikiye ayırmak gerekiyor; son yarım saatine kadar genellikle vasat bir tonda ilerleyen film pek de özgün olmayan konuları etrafında çekici olmayı başaramadan dolaşırken son yarım saatte ortaya bambaşka bir film çıkıyor.

Sean Penn’in hikâyenin asıl kahramanı olan genci, kardeşi Chris Penn’in ise küçük kardeşini canlandırdığı filmde baba rolündeki isim ise Christopher Walken. Kahramanımızın sevgilisi rolünde ise Mary Stuart Masterson var. Walken aksamıyor ama güçlü bir potansiyeli olan rolünde öne de çıkamıyor açıkçası. Sean Penn ise her zaman olduğu gibi yine iyi, yine parlak bir oyun veriyor. Özellikle filmin son bölümünde tam bir gövde gösterisi yapıyor denebilir. Bu son bölüm filmin hemen tüm geri kalanından bambaşka ve çok parlak bir hava taşıyan ve sinemasal olarak da çok başarılı anları barındırıyor. Öyle ki sanki iki ayrı film izlediğinizi düşünebilirsiniz. Çok vasat bir düzeyde seyreden filmin bu son bölümde ulaştığı etkileyicilik inanılmaz gerçekten. Adeta filmin yaratıcıları tüm enerjilerini ve becerilerini bu bölüme saklamış gibi görünüyor. Filmin temposu, mizansenler, oyunculuklar, kısacası bir filmi oluşturan her ne varsa tümü birkaç sınıf birden yukarıya çıkıyor ve film sanki bir dönüşüm geçiriyor bu anlarda. Böyle olunca da keşke ile başlayan pek çok cümle geçiyor içinizden bu finali seyrederken.

Madonna’nın “Live To Tell” adlı şarkısının kapanış jeneriğinde kullanıldığı, şarkının ana temasının enstrümantal yorumunun ise film boyunca nerede ise aralıksız ve yoran bir biçimde hikâyeye eşlik ettiği film bir bakıma “geri dönen” bir baba ve onun iki erkek çocuğunun ilişkileri olarak da izlenebilir belki ama o alanda pek parlak veya aslında elle tutulur herhangi bir analiz yok kesinlikle. Filmin üzerine gidebileceği bir baba-oğul ilişkisi, baba özlemi gibi temalara hemen hiç dokunulmamış film boyunca. Buna karşılık filmin hikâyedeki trajik boyutu özellikle son yarım saatte etkileyici bir şekilde ele aldığı, kötülüğün yüzünü ve insanların kötülükte nerelere kadar gidebileceğini yine bu anlarında çarpıcı bir sinematografi ile karşımıza getirdiği söylenebilir. Sondaki Sean Penn’in donan yüzünü içeren çarpıcı bir görüntü ile sona eren film özellikle ve aslında sadece son yarım saati için izlenmeli.

(“Kapan”)

(Visited 149 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir