IF 2012

Hafta Sonu (Weekend) – Andrew Haigh : İngiliz yönetmen Andrew Haigh’den iki erkek arasında yaşanan yoğun bir aşkı başlayıp bittiği bir hafta sonu süresinde anlatan ve konusuna hayli içeriden bakan bir film. Biri dışa dönük ve rahat, diğeri içine kapanık iki erkek arasındaki aşkı eşcinsel dünyanın kodları, diyalogları ve tüm öğeleri ile sıcak ve hüzünlü bir şekilde aktaran film kimi zamanlarında klişelere yaslanmaktan çekinmese de hikâyesini inandırıcı ve dokunaklı bir biçimde anlatmayı başarıyor ve Tom Cullen-Chris New ikilisinin oyunculuklarının da katkısı ile samimi ve doğal bir dünya sergiliyor seyircisine. Başarılı görüntü yönetimi ve kimi çarpıcı diyalogları ile de etkisini artıran film kimlerin arasında yaşandığından bağımsız olarak aşkın çarpıcılığını aktarmakta başarılı oluyor.

Volkan (Eldfjall) – Rúnar Rúnarsson : İlk uzun metrajlı filminde İzlandalı yönetmen Rúnar Rúnarsson özellikle Mike Leigh’in başarılı örneklerini verdiği sosyal dramların bir benzerini doğal karakterler, gerçek hayatın içinden çekilip alınmış görünen diyaloglar ve güzellik ve güç fetişisti sinemanın hep ihmal ettiği yaşlı karakterler üzerinden anlatıyor başarılı bir şekilde. Filmin yavaş ve kötümser havası hikâyeyi herkes için çekici kılmayacak ama sıradan insanlar arasında yaşanan bu sıradan hikâye yaşlanmak, birey olmak ve ilişki kurabilmek yeteneği üzerine alçak tondan ama etkili söylemleri ile sıkı sinemaseverler için hayli keyifli olabilir. Sigur Ros grubundan Kjartan Sveinsson’un başarılı müziğinin de yardımı ile film sinema perdesinde şov değil insanı görmenin derdinde olanlar için.
(“Volcano”)

Kıyıda (Sur la Planche) – Leila Kilani : Faslı yönetmen Kilani’nin ilk uzun metrajlı filmi bu Kuzey Afrika ülkesinde yaşayan bir genç kızın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullardan kendisini kurtarmak için giriştiği çabanın hikâyesini düşük bütçeli filmlerin havasında ve gerçekçi bir atmosfer içinde anlatıyor. Kahramanın çalıştığı karides temizleme fabrikasındaki parlak ışık ve beyazlığın hayli çarpıcı olduğu ve ancak ölmemeyi sağlayacak ücretler karşılığında zenginlerin lüksü için çalışanların yoksulluğunu vurguladığı film uzun olmayan süresine rağmen hikâyesini daha kısa sürede anlatabilirmiş görüntüsünü de taşıyor ve bunun da göstergesi olduğu bir olgunluk eksikliği taşıyor belki ama insanların yaptıklarının sonucu olarak ortaya çıkan iyi ve kötü görüntülerinin içinde bulundukları koşullar tarafından çizildiğini ve özellikle refah içinde olmayan toplumlardaki bireylerin hayatlarının zorluğu ve ucuzluğu üzerine etkili bir hikâye aktarmayı başarıyor. Baş oyuncusu Soufia Issami’nin başarılı oyununa da dikkat edilmeli.
(“On the Edge”)

Yüzü Olmayan Gözler (Les Yeux sans Visage) Georges Franju : 60’lı yıllardan gelen gerçek bir klasik. Franju’nun bu korku atmosferli dramını tam da yüz naklinin hayli konuşulduğu günlerde seyretmek ilginç bir tesadüf oldu. İpin ucunu kaçırmış bir deli doktorun bu hikâyesinin, filmin İkinci Dünya Savaşının etkisini hâlâ taşıyan yıllarda çekildiği düşünülürse, hem tıbbi deneylerde insanlara yapmadıklarını bırakmayan Nazi doktorları çağrıştıran kahramanının soğukkanlı tavrı ile hem de o döneme göre hayli sert (bugünün seyircisi için ise oldukça yumuşak) ameliyat sahneleri ile dikkat çektiğini belirtmek gerek. Doktorun uğruna başka genç kızların harcandığı kızının içinde bulunduğu ikilemi ve sessizliğini ise yine Nazi çağrışımından yola çıkarak Hitler dönemi Almanya’sının halkının tavrı ile örtüştürmek mümkün. Korku dolu bir atmosfer içinde şiirselliğin nasıl çarpıcı olabileceğini hatırlatan o eski siyah beyaz klasiklerden.
(“Eyes Without a Face”)

IF 2011

Amreeka – Cherien Dabis : İlk uzun metrajlı filminde genç yönetmen Dabis netameli konuları çok sıcak, esprili ve keyifli bir dille aktarıyor. Yahudi öğretmen üzerinden aslında ezilenin yer, ırk ve tarihten bağımsız olarak hep var olan bir olgu olduğunu söyleyen film belki biraz fazla sıcak ama eğlenmenin bir sakıncası yok konu ne olursa olsun. Direnme, umut ve dayanışma üzerine.

Çocuk (Boy) – Taika Waititi : Bir sıcak ve esprili film daha. 2008’de yine IF’de gösterilen “Eagle vs Shark” filminden sonra bir başka Waititi filmi. 80’ler, Michael Jackson, büyümek, aile olmak, sorumluluk alma üzerine zaman zaman rayından çıksa da eğlendiren ve bazen skeçler serisi havasına sahip olsa da çekici bir çalışma.

Dört Aslan (Four Lions) – Christopher Moris : İntihar bombacıları üzerine politik doğruculuğu hiç umursamayan ve herhalde ancak İngilizlerin yapacağı bir film. Şeriat, cihat, islam, intihar eylemcileri gibi kavramların yer aldığı bir komedi çekmek cesaret istiyor olsa gerek. Bu kadar “uç ve kutsal” bir eyleme hazırlananların sakarlığı, acemiliği ve bir kısmının aptallığı üzerinden üretilen çok komik bir film. Dozu hiç azalmayan aksine gittikçe artan bir espri serisi. Evet bazen espriler zayıf veya tahmin edilebilir oluyor ama yine de çok eğlenceli olduğu inkâr edilemez.

Kötülük Çiçekleri (Fleurs du Mal) – David Dusa : Şiir, direnme, demokrasi, aşk, kendi evini bulabilme ve Internet üzerine yaratıcı bir deneme. Bazen tekrara düşse de yönetmen kesinlikle çarpıcı bir dilin peşinde koşuyor ve çoğu zaman da başarıyor. Teknolojinin ve sosyal medyanın engellenemez yükselişinin toplumlarda pek çok yerleşmiş kuralı ve algıları değiştirmesi ve diktatörlüklere direnme üzerine başrolde Rachid Youcef’in dinamizmi ile gövde gösterisi yaptığı, şiirsel ve sorgulayıcı bir çalışma. Harika bir soundtrack ve yeni bir dil.
(“Flowers of Evil”)