Charade – Stanley Donen (1963)

“Katilin sen olduğunu düşündüğüm için özür dilerim; ama bu kadar büyük bir yalancı olduğunu nasıl bilebilirdim ki?”

Öldürülerek trenden atılan kocasının çaldığı düşünülen para nedeni ile peşine düşenlerden kaçan ve kime güveneceğini bilemeyen bir kadının ve ona yardım eden bir yabancı adamın hikâyesi.

Peter Stone ve Marc Behm’in orijinal hikâyesinden yola çıkan senaryosunu Stone’un yazdığı, yönetmenliğini Stanley Donen’ın üstlendiği bir ABD yapımı. Bugün artık herkesin kabul ettiği bir ifade ile “Hitchcock’un çekmediği en iyi Hitchcock filmi” olarak kabul edilen çalışma Hollywood’un 1960’lı yıllardaki en parlak örneklerinden biri kuşkusuz. Komediyi ve romantizmi gerilimli bir hikâyeye ustalıkla katan film klasik Amerikan sinemasının usta oyuncuları ile ayrıca değer kazanan ve bu sinemanın bugün artık bir klasik kabul edilen örneklerinden biri. Eğlenceli ve temposu hiç düşmeyen bir hikâye, zekîce yazılmış hınzır diyaloglar, Henry Manci’nin müziği, hikâyenin geçtiği Paris’in ve karakterlerin şıklığı, eğlenceli oyunculuklar ve Donen’ın tüm bu unsurları çekici bir şekilde araya getiren yönetmenlik çalışması filmi görülmesi gerekli sinema eserleri arasına sokuyor. Risk almayan sinemanın da etkileyici olabileceğinin eğlenceli bir örneği.

2002’de Jonathan Demme’in “The Truth About Charlie” adı ile başarısız bir yeniden yapımını çektiği filmin senaryosunu Peter Stone’un yedi ayrı stüdyoya başta kabul ettirememiş olması bugün hayli tuhaf gelse de, senarist eserini bir romana dönüştürüp Redbook adlı dergide tefrika roman olarak yayımlayınca çekebilmiş Hollywood’un ilgisini ancak. Oysa kesinlikle çok eğlenceli, heyecanlı ve romantik bir hikâye bu tam da Hollywood’un aradığı türden. Issız kırlık bir alanda birden beliren bir trenden aşağı atılan bir adam ve onun ölü yüzüne odaklanan açılış bölümünün daha bu ilk anından itibaren bir Hitchcock filmi havasını verdiği çalışma bu kısa başlangıcın hemen ardından bizi bugün bir klasik olan jenerikle baş başa bırakıyor: Maurice Binder imzalı, animasyonla hazırlanmış grafikleri içeren ve Mancini’nin çekici ve keyifli müziğinin eşlik ettiği bir jenerik. Hikâyenin renkliliği ve şıklığının, gizemlerinin ve karmaşasının çok iyi bir sembolü olan bu jenerik helezonları, halkaları, okları, çarkları ve labirentleri ile daha baştan hazırlıyor sizi seyredeceğiniz hikâyeye. Jeneriğin hemen sonrasında ilk gördüğümüz ise bir kayak merkezinde, kürkünün içinde tüm şıklığı ve zarafeti ile oturan Audrey Hepburn oluyor. Sinemanın en zarif, en kırılgan ve en güzel isimlerinden biri olduğunu o ilk görüntüden itibaren gösteriyor oyuncu ve film boyunca giydiği ve Givenchy’nin imzasını taşıyan kıyafetler ile en şıklardan biri olduğunu da hatırlatıyor.

Hepburn’e doğrultulan bir silah ve silahın arkasındaki gerçek filme hemen açılışta bir gerilim ve komedi unsuru ekliyor ve hikâyenin son noktasına kadar da sürüyor bu hava. Evet, eğlendiriyor ve heyecanlandırıyor bizi Peter Stone’un hikâyesi ve bunu hiç aksatmadan sürekli de kılıyor üstelik; ilk sözlerden itibaren diyalogların eğlencesini de hissettiriyor Stone. Söz oyunları, yalanlar (kesinlikle yalanlar üzerine kurulu bir film bu), imalar ve esprileri ile hikâyenin sadece diyalogları bile görmeye değer kılabilir bu filmi. Karakterlerin her biri ile ilk kez tanıştığımız sahnelerde de bu diyaloglar veya tam tersi bir yönde diyalogsuzluk filme eğlence katıyor. “Slapstick” komediden de bolca nasiplenmiş film: “Portakalı düşürmemek” üzerine kurulu dans yarışmasından tüm kovalamaca sahnelerine (özellikle Paris metrosu içinde geçen bölüm çok başarılı) ve terastaki eğlenceli kavgaya, kibritle işkence sahnesinden pul pazarında geçen tüm bölüme film eğlencesini, üstelik de gerilimi olumsuz anlamda hiç yumuşatmadan, sunuyor seyirciye. Ve yalanlar: Söylenen, söylenmek zorunda olan, ortaya çıkan ve çıkmayan, inanılan ve inanılmayan yalanlar. Senaryo hem seyirciyi hem de tüm (ya da hemen hemen tüm) karakterleri bu yalanların faili ve kurbanı yaparken sürprizden sürprize atlıyor ve başlangıçtan finale kadar devam ettirdiği bu anlayışı ile açılış jeneriğindeki labirentlerin anlamını da söylüyor bize.

Cary Grant ve Audrey Hepburn ikilisi ve onlara eşlik eden Walter Matthau, George Kennedy, James Coburn, Ned Glass ve Jacques Marin hikâyenin gerilimine ve komedisine eş katkılar sağlıyorlar. Ellili yaşlarının sonundaki Grant ile henüz otuz dört yaşındaki Hepburn arasındaki romantizmi gerçekçi kılabilmek kolay bir iş değil ama her iki oyuncu da üstlerine düşeni fazlası ile yerine getiriyorlar ve filme bir aşk hikâyesi havasını rahatlıkla veriyorlar. Filmin Paris’i turistler için bir kartpostal olarak kullanma tuzağına düşmemesi de çok değerli: Örneğin Seine kıyısında öpüşen âşıklar gibi fazlası ile tekrarlanmış ve kolaylıkla “klişe” olarak nitelendirilebilecek görüntüleri iki baş karakter arasındaki romantik bir sahneye ustalıkla yedirmiş film; bir başka sahnede de Notre Dame tüm görkemi ile bir diyalogun uzantısı olarak almış yerini. Böylelikle Paris şehri hemen tüm çağrışımları ile hikâyede yer bulurken, filmi bir turistik propagandaya dönüştürmemeyi başarmış Stanley Donen.

Sarı Givenchy paltosu ile Paris gecelerinde koşuşturan ve âşık olmayı arzulayan Hepburn’ü seyretmekten elbiseleri üzerindeyken duş alan ve hem fiziksel becerilerini hem zekâsını ustaca kullanan Cary Grant’i görmeye pek çok keyif sunan bu film Hollywood’un iyi bir hikâyeyi parlak bir şekilde anlattığında ulaştığı düzeyi göstermesi ile de ilgiyi hak ediyor. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı ve ikinci (ve daha sonraki seyirlerde) kesinlikle farklı bir gözle izlemenize imkân veren bu “hafif” film sinemanın geniş kitlelere ulaşırken taviz (daha doğrusu, önemli bir taviz) vermek zorunda olmadığını da kanıtlıyor. Sinemanın yıldız oyuncuları ile seyirci üzerinde yarattığı ve artık tekrarlanması zor görünen, Hollywood’un o kendine özgü büyüsünün parlak örneklerinden biri kısaca bu film. Hepburn’ün canlandırdığı kadının Cray Grant’in oynadığı adama söylediği, “Bu geçtiğimiz iki gün boyunca üç farklı adın oldu. Artık kiminle konuştuğumu bile bilmiyorum” sözlerinin uyardığı gibi karışık ama aynı zamanda basit de bir hikâye bu ve kesinlikle görmeli.

(“Öldüren Şüphe”)

(Visited 139 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir