I Don’t Feel at Home in This World Anymore – Macon Blair (2017)

“Birilerini yine takip edersen ya da başka haltlar karıştırırsan başına öyle bir bela olurum ki parmağındaki acıyı unutursun! Anladın mı?”

Evi soyulan ve polisten beklediği ilgi ve yardımı bulamayan bir kadının tuhaf komşusu ile birlilkte hırsızın peşine düşmesinin hikâyesi.

Macon Blair’in yazdığı ve yönettiği bir ABD yapımı. Sundance Festivali’nde ABD filmleri arasında büyük ödülü kazanan film komedi ile polisiyeyi harmanlayan ama her ikisinde de yeterince güçlü bir etkileyiciliğe ulaşamayan bir çalışma. Başrol oyuncusu Melanie Lynskey’in tam anlamı ile döktürdüğü performansı ile en büyük kozu olduğu film bir eksiklik duygusuna sahip tüm hikâyesi boyunca ve esinlenmiş göründüğü Tarantino ve Coen kardeşlerin filmlerinin de gerisinde kalıyor. Blair’in yönetmenliğinin senaristliğinden daha üst düzeyde göründüğü bu çalışma yine de kimi esprili sahneleri sayesinde hoş bir vakit geçirmek için seyredilebilir.

Açılışta bir bakım evinde ölen yaşlı ve ırkçı bir kadını da sayarsak altı kişinin öldüğü filmin bu başlangıç sahnesindeki kimi espriler (hastanın son anlarında siyahlara yönelik ırkçı küfürleri ve yakınlarının onun bu sözlerinden habersiz olarak kadının son sözlerinin ne olduğunu hemşireye sorması) diyalogların da katkıda sağladığı bir kara mizahı ima ediyor ama gerisi gelmiyor ne yazık ki. Tek başına yaşayan, antidepresan kullanan, bir bakım evinde yardımcı hemşire olarak çalışan ve erkek arkadaş için internete de başvuran bir kadın var karşımızda. Pek makyaj yapmayan ve çoğunlukla ev hali kıyafetleri ile gezinen kadının filmin başındaki pasifliğinden nerede ise bir aksiyon kahramanına dönüşmesinin de hikâyesi bir bakıma seyrettiğimiz. Onun değişimini ya da en azından değişme kararlılığını yeterince ikna edici anlatamayan ve Sundance’te büyük ödülü alması da açıkçası biraz tuhaf olan film kadının, köpeğinin bahçesine pislemesi nedeni ile tartıştığı tuhaf komşusu ile önce çalınan eşyalarının (bir laptop, büyükannesinden kalan gümüş yemek takımı ve antidepresan ilaçları) sonra da onları çalanların peşine düşmesini anlatıyor ama bunu hedeflediği üst düzeye taşıyamıyor bir türlü.

Macon Blair’in senaryosunun iki önemli sıkıntısı var: Açılış sahnesindeki esprili atmosferini yeterince sık tekrarlayamadığından seyirciyi gerektiği kadar güldürememesi, hatta gülümsetememesi ve özellikle komşu adam örneğinde olduğu gibi karakterlerini yeterince derinleştirememesi. Böyle olunca da, örneğin adam savunma sporlarına düşkün tuhaf ve hatta itici bir karakter olarak kalıyor ve kendisini canlandıran Elijah Wood’un tüm çabasına rağmen bir sinemasal çekiciliğe kavuşamıyor. Onun “Bana vurabilirsin. Bir kez. Aramızdaki enerjiyi dengeler. Kendimi savunmam” sözleri tam da bu nedenle güçlü bir mizah yaratamıyor. Kadının sürekli country, adamın ise hardrock türü müzikler dinlemesi de öylesine bir zıtlık olmanın ötesine geçemiyor bir yerlere bağlan(a)madığı için. Blair’in yönetmenlik düzeyi daha yüksek olsa da orada da bir oturmamışlık var sanki. Örneğin tuhaf ikilinin ilk başarılarının sonrasında onları yavaşlatılmış çekimle gösteren Blair hikâyenin geri kalanında bu tür “oyun”lara hiç başvurmayarak bu sahneyi de boşa düşürüyor bir bakıma. Buna karşılık zorlama içermeyen ve tam da kararında görünen bir tempo sağlamayı başarmış Blair ve film bu sayede ve elbette Melanie Lynskey’in katkısı ile kendisini rahatça ve sıkıntı hissine neden olmadan seyrettiriyor.

Söze dayalı esprileri (örneği bir silah alışverişi için buluşanların parolaları) daha çok olmalıymış dedirten ama bu az sayıda olanlarında da başarı sağlayan filmde Blair’in neden bu kadar sert sahneler çektiğini anlamak da pek mümkün değil. Tarantino etkisi hissettiren bu sert sahnelerde yaratılmak istenen alaycılığa ulaşıldığında (örneğin ikinci el eşya satan yaşlı adam ile iki kahramanımız arasında yaşanan komik kavga) sonuç kesinlikle çok eğlenceli ama diğerlerinde rahatsız eden sertliğin kendisi öne çıkıyor çoğunlukla. Zengin bir şarkı listesi olan film, kahramanı ile oğulları filmdeki tüm kötülüklerin kaynağı görünen zengin aileyi karşılaştırarak bir sınıf farkı hikâyesi anlatır havası da yaratmayı hedefliyor belki ama bu da bir yerlere pek varmıyor açıkçası. Yine de, sıradan bir kadının kendi varoluş mücadelesini anlatmaya soyunan bu film kimi eğlenceli anları ve Lynskey’in performansı ile ilgi çekebilecek bir çalışma.

(Visited 87 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir