Ich Seh Ich Seh – Severin Fiala / Veronika Franz (2014)

“Bizi birbirimizden ayırmak istiyor”

İkiz kardeşlerin geçirdiği bir operasyon nedeni ile yüzü bandajla kapalı olan kadının kendi anneleri olmadığına inanmaları sonucu gelişen olayların hikâyesi.

Severin Fiala ve Veronika Franz’ın birlikte yazıp yönettikleri bu Avusturya yapımı her iki sanatçının da ilk uzun metrajlı filmi. Yapımcılığını Franz’ın eşi olan ünlü Avusturyalı sinemacı Ulrich Seidl’ın üstlendiği film Avusturya’nın Yabancı Dilde En İyi film dalında Oscar’a aday gösterdiği çalışma olmuş ve aldığı ödüllerle birlikte 2015’in ilgi gören korku/gerilim filmleri arasında yer almıştı. Sürprizli finali, ikizlerin sevimliliğinden beklenmeyecek sertliği ile seyircisini şaşırtması ve gizemini hikâyesi boyunca hep koruyabilmesi nedeni ile ilgiyi hak eden bir çalışma bu ve seyircinin son ana kadar neyin doğru olduğu, dolayısı ile kimin (ikizlerin mi, yoksa annenin mi?) tarafında durması gerektiği konusunda kafasını karıştırarak ilgisini sürekli ayakta tutmayı başarıyor. Tekrar hissi veren kimi sahneleri ve sertliğin gerekliliği konusundaki soru işaretine rağmen görülmesinde yarar olan bir film karşımızdaki.

Anne rolündeki Susanne Wuest’in karakterinin “iyi”liği konusundaki merak duygusunun ve gizemin hep ayakta kalmasını sağlayan başarılı oyununa bu film için 240 ikiz çift çocuk arasından seçilen Lukas ve Elias Schwarz kardeşlerin performansı da eşlik ediyor. Sertliği -kesinlikle gereksiz bir şekilde- vugulanan sahneler başta olmak üzere kardeşlerin oyunculukları filmin olumlu yönlerinden biri olarak dikkat çekiyor. Sondaki sürprizden sonra dönüp filmi bir kez daha izleyerek, oyunculukları tekrar gözlemek duygusunu uyandırıyor bu performanslar ki bu da filmin bu alanda başarılı olduğunun kanıtlarından biri olsa gerek. Göl kenarında ve bir ormanın içindeki zengin bir evde ve temel olarak üç karakter (anne ve ikiz oğulları) arasında geçiyor hikâye. Çocukların kadına kendi anneleri olmadığını söylemesine karşılık, geçirdiği operasyonun da etkisi ile zaten sorunlu bir ruh hali olan kadının bu iddiaya verdiği tepkiler arasında seyirciyi uzun bir süre ikilemde bırakan hikâyede yönetmenlerin genel olarak gerçeğin ne olduğu konusunu belirsiz bırakmayı başardığı söylenebilir ama “kurukafalı, iskeletli” sahne bu bağlamda bakınca gereksiz ve pek de dürüst görünmüyor. Oysa kadının kendisine çok benzeyen ve aynı kıyafetleri giydiği bir başka kadınla olan fotoğrafı gibi öğeler ya da evin duvarlarındaki posterlerde insanların flu olması hikâyeye çok daha akıllıca hizmet ediyor belirsizlik açısından bakıldığında. Yine de Franz ve Viala ikilisinin mizansenleri ve hikâyeleri sınıfı geçmiş görünüyor bu ilk çalışmalarında.

Hikâyede kilisedeki rahip karakteri ve kızılhaç gönüllüleri üzerinden aile dışındaki bireylere ve kurumlara da bir gönderme var. Rahip evden kaçan çocukları anneye geri getirirerek, gönüllüler ise peşlerinde oldukları bağışı alınca evdeki tuhaf durumu pek sorgulamaya gerek duymayarak kurulu düzenin koruyucusu rollerini yerine getiriyorlar diye düşünmek mümkün. Bu iki sahne filmin “umutsuz” havasını da destekliyor bir bakıma. Psikiyatrideki “tanıdıklarının yerine onlara benzeyen sahtekârların geçtiğinin düşünülmesi”ne yol açan “capgras sendromu” burada söz konusu olan ama hikâyenin buradan yola çıkıp kimlik kaybı üzerine düşünceler ürettiğini söyleyebiliriz. Bu alanda ne kadar derine gidiyor, daha doğrusu gitmek istiyor bir parça şüpheli ama film gerçek ile gerçek dışı olanı iyi kaynaştırıyor, ıssızlığın ortasında geçen hikâyede evi ve diğer mekanları (kilise, ıssız kasaba sokakları vs.) çok iyi kullanıyor ve hedeflediği gerilime ulaşıyor hemen her zaman.

Bizde hikâye ile hiç uyuşmayan (ne görünen anlamı ne de gerçek açısından) bir isim ile (kimsenin oyun oynamadığı bir filme “Ölümcül Oyun” gibi bir isim yakıştırmak ne tuhaf bir anlayış!) gösterilen, uluslararası piyasada ise yine hikâyenin sertliğine hiç yakışmayan ve onunla doğru bir zıtlık da oluşturmayan bir isim ile (“Goodnight Mommy – İyi Geceler Anneciğim”) oynatılan filmin orijinal ismi tüm hikâyeyi çok iyi özetliyor aslında: “Görüyorum görüyorum” hem ikizlere hem de görmek/gördüğünü iddia etmek ile görememek arasındaki çatışmaya gönderme içeriyor.

Kapanış jeneriğinde dijital değil, 35 mm olarak çekildiğini “gururla” belirten filmin görüntü çalışmasının başarısı da dikkat çekiyor. Martin Gschlacht’ın kamerası evin zengin, modern ve steril havasını soğuk görüntülerle karşımıza getirirken, evin bodrumunda ve dış çekimlerin bir kısmında daha “sıcak” ve karanlık bir tonu tercih ediyor ve bu ikili anlayış ile de filmin havasına hayli yakışan bir tutum sergiliyor. Çocukların işkenceye varan eylemlerin faili olmasının neden olduğu ve hiç de gerekli olmayan sertlik gibi önemli bir kusuru olan film, özellikle görsel olarak sınıfını geçen ve ilgiyi hak eden bir çalışma.

(“Goodnight Mommy” – “Ölümcül Oyun”)

(Visited 856 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir