Jerry Maguire – Cameron Crowe (1996)

“Bittim ben, mahvoldum. Yirmi dört saat önce kraldım ben, şimdi ise ders çıkarılacak bir masala dönüştüm. Giydiğim bu ceketi görüyor musun, ister misin bunu? Benim artık ihtiyacım yok ona. Üzerime başarısızlığı giydim çünkü. Seçmelerden bir gece önce bir numaralı oyuncu benimdi, kaybettim onu. Neden mi? Çünkü, bir hatırlayalım, bir hokey oyuncusunun çocuğu kendimi ayı gibi hissetmeme neden oldu, iki dilim kötü pizza yedim, yattım ve birdenbire bir vicdanım oldu”

Vicdanına dokunan bir olay üzerine, çalıştığı şirkete daha etik davranmaları gerektiğini belirten bir manifesto yollayınca işini kaybeden bir menajerin kendisi ile çalışmaya devam eden tek sporcu ve şirketten onunla birlikte ayrılan muhasebeci kadınla birlikte ayakta kalma hikâyesi.

Cameron Crowe’un yazdığı ve yönettiği bir ABD yapımı. Crowe’un üç yıldan uzun bir sürede yazdığı senaryo başroldeki Tom Cruise’a şov yapma fırsatı sağlayan (onun bu fırsatı nasıl değerlendirdiği ayrı bir konu) ve beş dalda (Film, Erkek Oyuncu, Yardımcı Erkek Oyuncu, Orijinal Senaryo ve Kurgu) aday olduğu Oscar ödülünü Cuba Gooding Jr.’ın şov yaptığı (bu şovun değeri de tartışmaya açık) performansı ile kazanan film hikâyesi, diyalogları ve oyunculukları ile fazlası ile bir Amerikan havası taşıyor. Hollywood’un ustalığının örneklerinden biri olan film tempolu, eğlenceli ve romantik olmayı başarıyor ama baştaki ahlâkın ve adaletin yanında duran tavrını sonradan tamamen unutmasının da bir örneği olduğu gibi tipik bir ticari sinema yapıtı olarak bu sanat dalı açısından pek de bir değer taşımıyor açıkçası.

“Ben pek görmediğiniz kişiyim. Sahne arkasındaki adamım. Spor menajeriyim”. Kendisini tanıtan menajer Jery Maguire’ın sözleri ile başlıyor film ve bu sözlere tanık olduğumuz açılış sahnesinde içerik ve biçimsel olarak ne sunuyorsa Crowe bize, iki buçuk saate yaklaşan süresi boyunca da devam ettiriyor bunu. Crowe’un kaleminden çıkan eğlenceli, vurucu ve şov yapmaya uygun diyaloglar, hemen hiç düşmeyen bir tempo, seyirciyi duygusal açıdan etkileyecek mesajlar, edepli duruşu ile hem yetişkinlere hem aileye hitap etmeyi başaran içeriği ve Cruise, Gooding Jr. ve Renée Zellweger’in performansları ile Hollywood’un ticarî başarıyı garantiye alacak tüm araçlarını ustaca kullanan komik, romantik, bir parça da duygusal bir içerikten hoşlananların ilgisini çekecek bir sinema eseri bu. Başlardaki etik kaygılarını kısa sürede ve arsızca unutması ise bir Hollywood filmi ile karşı karşıya olduğunuzu düşününce pek de şaşırtmıyor elbette.

Başarılı, ağzı çok iyi laf yapan, iş bitirici bir menajer Jerry Maguire; şirketine ve kendisine daha çok müşteri (ve para) kazandırmak için tüm becerisini ortaya koyan hırslı bir adamdır o. Hikâyenin hemen başında içinde bulunduğu düzeni sorgulamasına neden olan bir olay yaşar. Müşterisi olan ve daha önce birkaç beyin sarsıntısı geçirmesine rağmen oynamaya devam etmeye teşvik ettiği bir hokeyci hastanededir ve yine bir tehlikenin eşiğinden dönmüştür. Sporcunun küçük oğlunun yalvaran gözlerle sormasına rağmen, müşterisinin devam etmesinden yanadır. Sonuçta çarklar dönmeli, o ve şirketi kazanmaya devam etmelidir. Senaryo pek de inandırıcı olmayan bir şekilde menajeri bir ahlâki sorgulamaya iter ve hikâyenin kahramanı 27 sayfalık bir manifesto yazarak tüm şirkete yollar. Manifestonun mesajı ahlâk, vicdan ve etik kaygıları ile şirkete “daha az müşteri ve daha az kâr”ı önermektedir. Tüm meslekdaşları bir yandan alkışlar onu bir yandan da işten atılacağından emindirler. Beklenen de olur ve genç menajer kendisini bir müşterisi hariç tüm portföyünü kaybetmiş olarak bulur. Bir Amerikan filmi için beklenmedik ölçüde etik ve çok doğru bir başlangıç bu kuşkusuz. Ne var ki bu andan itibaren Crowe’un senaryosu bu doğru noktayı süratle terk ederek, bir bireysel başarı hikâyesi anlatmaya dönüşüyor ve baştaki tüm o kaygılar da unutulup gidiyor. Oysa işten atılma sahnesinde olduğu gibi bu bir düzen sorunudur yaşanan ve düzen dönen çarkına rahatsızlık verebilecek her unsuru acımasızca çöpe atacaktır. Ne var ki Crowe sistemi değil, şirketi eleştirisinin (ve alayının) odağına almakla ve genç adamın mücadelesini bir bireysel savaş olarak anlatmakla yetiniyor. Özetle, düzene değil, içindeki bir unsura yüklüyor tüm günahı Crowe ve Amerikalıların çok sevdiği türden bir bireysel başarı hikâyesi anlatmaktan ileriye gitmiyor kesinlikle.

Tom Cruise’un kendi ortalamasını aşan bir performans sunduğunu ama zaman zaman özellikle mimiklerini fazlaca kullanması gereken sahnelerde hayli abartılı oynadığını söylemek gerekiyor. Tıpkı filmin eğlenceli ve dinamik olmak için kendisini çok fazla zorlaması gibi, oyuncu da çok fazla zorluyor kendini ve yapaylığa düştüğü anlar da oluyor. Aslında bu durum onun filmin genel havası ve tarzına uymasından kaynaklanıyor temel olarak. Örneğin elinde kalan tek sporcuyu oynayan Cuba Goodin Jr. da fazlası ile karikatürleştirilmiş karakterinde benzer bir oyunculuk gösteriyor ki bu karikatürleştirme “au-pair” çocuk bakıcısı karakterinde olduğu gibi filmin de genel bir problemi. Oysa gerek Renée Zellweger ve gerekse onun ablasını oynayan Bonnie Hunt senaryonun de yardımı ile karikatürleşmeden eğlenceli olmayı başarıyorlar.

Bir düzen karşıtı mesaj ile başlayıp iyi yazılmış ve çekilmiş bir romantik komediye dönüşen, temposu ve komedisi ile kesinlikle eğlendiren, zaman zaman çok şey anlatmaya soyunmasına rağmen yine de bunları bir şekilde bağlamayı başaran, o tarihte henüz altı yaşında olan ve ilk kez oyunculuk yapan Jonathan Lipnicki’nin -zaman zaman dozu kaçsa da- sevimliliğinden çok iyi yararlanan bu her şeyi ile Amerikalı film eğlencelik arayanlara önerilebilecek bir çalışma. Alışıldık mesajları ve öğütleri ile tam bir Hollywood filmi ve onun tüm zanaatkârlıklarına da sahip ne de olsa.

(“Yeni Bir Başlangıç”)

(Visited 256 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir