Les Valseuses – Bertrand Blier (1974)

“Böyle çok keyifli, değil mi? Huzur içindeyiz. Akşamın tatlı serinliği. Kafamıza göre takılıyoruz. Canımız her istediğinde sevişebiliyoruz”

Hırsızlık yapan, kadınları taciz eden, cinayetten ve hiçbir edepsizlikten çekinmeyen ve tüm burjuva değerlere saldırıp onları yok eden veya ele geçiren iki serseri kafadarın hikâyesi.

Bertrand Blier’in aynı adlı romanından uyarlanan, senaryosunu Blier ve Philippe Dumarçay’ın birlikte yazdıkları ve yönetmenliğini yine Blier’in üstlendiği bir Fransız yapımı. İki yetenekli başrol oyuncusunun (bu filmle yıldız statüsüne kalıcı bir adım atan Gerard Depardieu ve intihar eden bir karakteri canlandırdığı “Paradis Pour Tous” adlı son filminden sonra 35 yaşındayken kendisi de intihar eden yetenekli Fransız oyuncu Patrick Dewaere) zor karakterlerini etkileyici bir performansla canlandırdığı film onlara eşlik eden yıldızları (veya geleceğin yıldızları) (Miou-Miou, Jeanne Moreau, Brigitte Fosey ve Isabelle Huppert) ve orijinal müziği ile de dikkat çekerken, film Fransız sinemasının en tartışmalı eserlerinden biri olarak biliniyor. Tüm değerlere keyifle ve umursamaz bir şekilde saldıran, herhangi br ahlâki kaygı gütmeyen ve hayatlarını libidolarının yönlendirmesine bırakan iki baş karakteri ve çıplaklıkta/cinsellikteki rahatlığının yarattığı tartışmalar ile farklı ve ilgiyi hak eden bir çalışma bu.

Filmin orijinal adı (“Les Valseuses”) Fransız argosunda testisler için kullanılan bir ifade ve bu adın da vurguladığı gibi -nerede ise tamamen- bu cinsel organlarının yönetim altında hareket eden iki karakter var karşımızda. Kadınları taciz etmek ve onlara saldırmak, hırsızlık yapmak ve etraflarının huzurunu bozmaktan hiç çekinmeyen ve bunları bir yaşam tarzı haline getiren iki genç adam bunlar ve bir sahnede söyledikleri gibi (“Biz burada her şeyi paylaşırız”) sahip oldukları veya ele geçirdikleri her şeyi (para, araba, kadın vs.) paylaşarak yaşıyorlar. Bu paylaşım alışkanlığı her anlarını birlikte geçirmelerine ve kadınları da bu paylaşımlarının bir parçası olarak görmeye kadar uzanıyor. Bu “ahlâksız” karakterler üzerinden film bir ahlâk dersi vermeye soyunmuyor kuşkusuz ve tam bir Fransız filmi olarak burjuvazinin değerlerini saldırısının hedefi yapıyor. Başlarda yer alan bir sahnede iki kafadar, arabası ve yanındaki kadının seksiliği ile övünen bir burjuvaya yapmadıklarını bırakmıyorlar örneğin ve Blier bu adamın hem kadını hem arabayı kendisine aitliği üzerinden anlatması ile dalgasını geçiyor bir bakıma. Bunun benzeri daha pek çok sahne var filmde ve tümünde toplumun değerlerini saldırısının hedefi yapıyor Blier, bu değerler ister maddî ister manevî olsun. Ne var ki her zaman burjuvalar değil iki adamın hedefi. Süpermarketteki güvenlik görevlisi belki burjuvaların mallarını koruduğu için “doğal bir hedef” sayılabilir ama kahramanlarımızın bisiklet çaldıkları bir sahnenin de örneği olduğu gibi, kurbanlarını seçerken iyi/kötü, zengin/yoksul ayrımı yapmıyorlar pek. Dolayısı ile Blier’in karakterlerini sadece bir toplumsal duruşun (burjuvaya saldırı gibi) sembolü olarak görmek çok doğru değil ve trendeki bebekli kadına yaptıklarında olduğu gibi sık sık seyirci için de rahatsız edici olabiliyor gördüklerimiz. Bu sahnede kadının veya final sahnesinde genç kızın “gönüllü”lüğü rahatsız ediciliğin dozunu kesinlikle yeterince azaltmıyor ve filmi de zaman zaman olumsuz anlamda rahatsız edici hale getiriyor.

Fransız caz müziyeni Stéphane Grappelli’nin neşeli ve zarif müzliğinin ilk bakışta hikâyenin özeti ile uyumsuz gibi görünse de aslında baş karakterlerin umursamaz hayatlarına ve filmin mizahî yanına çok iyi uyduğu filmde Blier’in karakterlerinin ahlâki değerlerine nasıl baktığını anlamak da pek kolay değil açıkçası. Boş bir yazlık evde buldukları iç çamaşırlarından genç kızın yaşını tahmin etme oyunundan finaldeki “seks hediyesi”ne, rahatsız ediciliğin başladığı noktayı geçmekten pek çekinmiyor Blier ve bu gibi bölümler filmin neden tartışmalı olduğunu da açık bir biçimde gösteriyor bize. Çıplaklık konusundaki rahatlığını cinsellilk sahnelerinde de gösteriyor film. Üçlü sevişme sahnelerinden (“Her şeyi paylaşırız biz”in doğal sonucu olarak) birbirlerine yaptıkları tezahürat ve eleştiri eşliğinde gerçekleşen cinsel beraberliklere ve Miou-Miou’nun canlandırdığı kadının “orgazm takıntısı”na film zaman zaman eğlencesi inkâr edilemeyecek şekilde 1970’lerin Fransız erotik filmlerinin görünümüne de bürünüyor.

İki adamın Miou-Miou ve Jeanne Moreau ile olan sahnelerinin zaman zaman Truffaut’un 1962 tarihli başyapıtını (“Jules et Jim – Unutulmayan Sevgili”) çağrıştırdığı filmde Depardieu’nun karakteri genellikle fikirleri üreten kişi rolünde ve iki genç adam arasındaki ilişkide bir gizli lider havası taşıyor sanki. Onun arkadaşına yaptığı “taciz yoklaması”nı da yine bu liderliğine bağlamak mümkün herhalde. Sadece hikâyesi ve anlatım dili ile değil, başka yönleri ile de (üç arkadaşın otostop yaptıkları bir sahnede kendilerini almayan tır şoförünün arkasından “Kahrolası proleterya” diye bağırmaları gibi) tam bir “Fransız filmi” olan bu çalışmada iki adamı “iyi bir insan” olarak görmemizi sağlayacak sahneler de var. İntihar eden bir kadının oğluna -elbette seksi de içeren- yardımları ve bu intihardan sonra bir başka kadına sığınarak döktükleri göz yaşları onları da “normal” kılıyor ama ikincisini çabucak unutuvermeleri gerçek kişiliklerinin ne olduğunu bize hemen hatırlatıyor.

Bu günlerde John Torturro’nun “The Jesus Rolls” adı ile yeni çevrimini gerçekleştirmekte olduğu film anti-kahramanları canlandıran Depardieu ve Dewaere’nin karakterlerinin “edepsiz çekicilikleri”ne çok iyi uyan performansları ile de dikkat çeken bir çalışma. Zor rollerin altından ustalıkla kalkmış iki genç oyuncu ve sevilmesi zor (hatta imkânsız) iki genç adamı etkileyici ve güçlü karakterler kılmayı başarmışlar. Çok kısa ama kritik bir rolde görünen Isabelle Huppert’in hoş bir sürpriz olarak karşımıza çıktığı hikâyede, Fransız sinemasının iki güçlü kadın oyuncusu Miou-Miou ve Jeanne Moreau da başarılı performanslar veriyorlar ve özellikle Moreau nispeten kısa ama önemli rolünde uzun süre etkisinde kalacağınız bir karakter çiziyor ve hikâyenin en dramatik sahnelerinin birinin kahramanı olarak damgasını vuruyor filme. Seks dışında hiçbir şeye inanır gibi görünmeyen ve bu bağlamda nihilist olarak da nitelendirebileceğimiz iki adamın bu macerası komedisine ve karakterlerinin kayıtsızlığına rağmen kasvetli bir havası da olan ve rahatsız edici olabileceği unutulmadan seyredilmesi gerekli bir film ve burjuva ikiyüzlülüğüne de atılmış önemli bir tokat.

(“Going Places”)

(Visited 1.632 times, 7 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir