Licence to Kill – John Glen (1989)

“Şu andan itibaren öldürme iznini iptal ediyorum ve silahını hemen şimdi teslim etmeni emrediyorum. Devlet sırları yasasına bağlı olduğunu hatırlatmama gerek yok”

Düğününde sağdıçlığını yaptığı CIA ajanına işkence eden ve karısını öldüren uyuşturucu kralının peşine düşen James Bond’un hikâyesi.

Yönetmen John Glen’in beşinci, aktör Timothy Dalton’ın ikinci ve her ikisinin de son Bond filmi. Glen kendisinin en iyi Bond filmi olduğunu söylese de, film en az kâr getirenlerden biri olmuş tüm seri içinde. 1962 tarihli “Dr. No”dan başlayarak Bond filmlerinin açılış jeneriklerinin tasarımını üstlenen Maurice Binder’ın da seri için son kez çalıştığı film, “ciddiyet”i ve aksiyonunun ağırlığı ile ayrılıyor diğer Bond’lardan. Mizahın çok daha hafif olduğu bu film, Bond’u espri yaparken değil, kişisel bir intikam peşinde koşarken gösteriyor ve serinin ortalaması dikkate alındığında daha karanlık bir havaya sahip olması ile dikkat çekiyor. Sert sahnelerinin fazlalılığının da kendini gösterdiği film sadece eğlencelik olmaktan çıkıp ciddi bir hikâye anlatmaya da soyunuyor ama bunda çok da başarılı olduğu söylenemez. Sonuç ise -kusurlarına rağmen- kesinlikle ilgiyi hak eden bir Bond filmi.

Ian Fleming’in yarattığı karakterin bu macerasında senaryoyu gedikli Bond senaristlerinden Michael G. Wilson ve Richard Maibaum birlikte yazmışlar. Diğer filmlerin aksine çok kısa bir sahne dışında İngiltere’ye hiç uğramayan filmin çekimleri ağırlıklı olarak Meksika ve Florida’da gerçekleştirilmiş. Planörlerin içinde ve üzerinde çarpışan Bond ve arkadaşının görüntülerinin hâkim olduğu bir parça düz ama yine de heyecanlı bir açılışla başlayan film ardından Binder’ın çıplak kadın siluetlerinin hâkim olduğu çekici jeneriğine bağlanıyor ve sonra da intikâm hikâyesi giriyor devreye. Her ne kadar peşine düştüğü kişi çok büyük ve acımasız bir uyuşturucu patronu olsa da ve patronu bunun Amerikalıların işi olduğunu söylese de Bond adamı yakalamayı bir kişisel intikam konusu yapıyor. Filmin adı da onun bu itaatsizliği nedeni ile “öldürme yetkisi”nin elinden alınmasından geliyor. Elbette kimi “aptal” ve yüzeysel yönleri var filmin ve kuşkusuz kimi (hatta bu filmde çoğu) aksiyon sahneleri inandırıcılığın epey uzağından geçiyor. Bir Bond filminde bunlara takılmanın gerekliliği tartışılabilir şüphesiz ama filmin ciddiye alınmayı hedeflediği hikâyesinde bir türlü yüksek bir düzeyi yakalayamamış olması eleştiriyi hak ediyor. Güçlü bir senaryo değil bu ve ancak son bölümlerinde kendini torparlıyor ve tüm final bölümlerinin etkileyici aksiyonu ve Bond filmlerine yakışır görkemi ile kendisini affettirebiliyor.

Sonraları büyük bir yıldıza dönüşen Benicio Del Toro’nun nispeten küçük bir rolde yer aldığı filmde Timothy Dalton ciddi ama yeterince “cool” görünmeyen bir havada oynuyor ve hikâyenin aksiyon ağırlığına uygun olan bu hava, bir yandan da “yeterince Bond” görünmemesine neden oluyor sanki. Öpüşme ile sonlanan pazarlık sahnesi örneğin tam da bir Bond filminden beklenecek “ucuzluk”ta bir içeriğe sahip ama Dalton örneğin bir Sean Connery’nin yaratacağı etkiyi yaratamıyor burada. Buna karşılık ciddiyeti, filmin zaten bu yönde olan tercihine yakışıyor ve ciddi bakan gözlerinin arkasında bir hınzırlığın gizlendiğini hissettirdiği anlarda eğlendirmeyi de başarıyor üstelik.

Senaryonun Bond’la ilgilenen (ve hatta ona aşık olan) iki kadın (Bond’un ezelî ve ebedî hayranı Miss Moneypenny’yi de sayarsak üç aslında) üzerinden yaratmaya çalıştığı gerilim ve kıskançlık pek de etkileyici değil ve eğer hedeflenen o ise, bir eğlence kaynağı da olamıyor. Film asıl çekiciliğini kimi sahnelerinin kanlı vahşetinden ve tüm bir final bölümünden alıyor. Sondaki tüm sahneler abartılmamış bir dinamizm içinde ve tam da bir Bond filminden beklenen görkeme sahip aksiyon bölümleri ile hayli keyif verici. Arabalar, tankerler ve uçakların karıştığı takip anları, patlamalar, yangınlar vs. filme sıkı bir kapanış sağlıyor. Cinsellikle ilgili sahnelerin hayli kısıtlı olduğu (Timothy Dalton bunun nedeninin o dönemin en büyük kâbuslarından biri olan AIDS’in gündemde olması olduğunu söylemiş yıllar sonra) filmde iki kadın karakterin sadece bir seks objesi olmaktan çıkıp güçlü ve cesur olarak çizilmeleri de filme bir katkı sağlamış açıkçası. Sonuç olarak, bu bir Bond filmi ve evet, kesinlikle ilgiyi üzerinde tutmayı başarıyor, heyecanlandırıyor ve eğlendiriyor; görülmeli özet olarak.

(“Öldürme Yetkisi”)

(Visited 65 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir