Mon Oncle – Jacques Tati (1958)

“Şu dayısı ona örnek olacak adam değil, tam tersine kötü örnek oluyor”

Kız kardeşi ile kocasının ve evlerinin temsilcisi olduğu teknolojik dünyaya uyum sağlayamayan Bay Hulot’nun hikâyesi.

Fransız sinemacı Jacques Tati’nin yarattığı Bay Hulot karakterinin ikinci sinema macerası. 1953 tarihli “Les Vacances de Monsieur Hulot – Bay Hulot’nun Tatili”nden sonra tekrar seyircinin karşısına çıkardığı Hulot karakteri ile Tati bu kez İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’nın hızla bir tüketim toplumu olmasını ve bu durumun sembollerinden olan teknoloji ile bezeli ve modern mimarinin örneği olan evlerde yaşayanları eleştirisinin odağına alıyor. Tüm Tati filmleri gibi ağırlıklı olarak görsel bir komedi bu (Hulot karakteri tüm film boyunca sadece birkaç cümle kuruyor ve sesini de ilk kez duyduğumuzda hikâye yarım saatini geride bırakmış oluyor) ve hiçbir diyalogun da aslında bir öneminin olmadığı bir çalışma. Tati’nin kendine has sinema anlayışının ve dilinin bir diğer parlak örneği olan bu eser kuşkusuz her sinemaseverin görülmesi gerekliler listesinde olmayı hak ediyor.

Evet, bir görsel komedi bu: Karakterler çok az konuşuyorlar ve konuştuklarında da hikâyeye bir boyut katmaktan çok sadece içinde bulundukları sahnenin doğal görünmesini sağlayan “ses”leri üretiyorlar. Diyalogların bu bilinçli önemsizliği doğal olarak başta Hulot olmak üzere tüm karakterlerin yaptıklarına ve tepkilerine odaklanmasını sağlıyor seyircinin. Bir başka ifade ile, hikâyenin “mesaj”ının sinema sanatının özüne uygun olarak görsel bir dil aracılığı ile bize ulaşmasını sağlıyor bu tercih. Burada mesaj ifadesini biraz açmak gerekiyor: Tati’nin Jacques Lagrange ve Jean L’Hôte’ün katkıları ile oluşturduğu senaryo kaba bir mesaj kaygısının peşinde değil ve dozu abartılı bir didaktizme başvurmuyor hiç. Yine de tekrarlanan espriler, altı görsel olarak çizilen unsurlar ile film çok net bir meselesi olduğunu (belki kimilerine biraz fazla doğrudan görünebilecek bir şekilde) dile getirmekten sakınmıyor hiç. Hulot’nun yaşadığı ev ile kızkardeşinin ailesi ile birlikte yaşadığı evin birbirlerine taban tabana zıt görüntüleri ve ilkindeki “doğal” yaşamın ikincisinde “yapay” bir yaşama yerini bırakmış olmasının örneklerinden biri olduğu şekilde, Tati kaybolan (ama korunması gereken) bir dünyanın yerini süratle modern, hızlı, teknolojik ve soğuk bir dünyanın aldığını ve bu dünyada bireyin varlığını kanıtlayan en önemli ögenin onun bir tüketici olarak konumu olduğunu söylüyor bize.

Tati eski ile yeni dünyayı hikâye boyunca farklı örnekler aracılığı ile karşılaştırmaya devam ediyor: Bu örneklerin en çok kullanılan ve en önemlilerinden biri Hulot’nun yeğeni olan küçük erkek çocuk. Dayısı (filmin Türkiye’de “Amcam” adı ile gösterilmiş olması saçmalığını da hatırlatalım bu arada) ile birlikte geçirdiği tüm zamanlarda ailesinin rutinlere bağlanmış ve doğallıktan uzak zengin yaşamındaki mutsuzluğu geride bırakıyor ve tam da yaşına uygun keyfili ve eğlenceli zamanlar geçiriyor küçük afacan. Mahallenin diğer çocukları ile giriştikleri küçük yaramazlıklar, moden dünyanın bireyleri yoksun bıraktığı ve hafızalarından da sildiği “mahalle yaşamı”nın ve insanların birbirleri ile tanışıklıklarının ve selamlaşmalarının güzelliğinin bir parçası olarak sık sık kullanılıyor filmde. Benzer bir biçimde, çocuğun yaşadığı evdeki köpek de en keyifli anlarını sokak köpekleri ile birlikte dışarıda geçirdiği zamanlarda yaşıyor. Başlardaki bir sahnede bu köpek eve döndüğünde, dört sokak köpeğinin bahçe kapısının (bir hapishane kapısından farksız bir kapı bu) dışında kalması ve bir süre sonra oradan ayrılmaları bize birbirinden keskin çizgilerle ayrılmış iki farklı dünya ile karşı karşıya olduğumuzu söylüyor.

Hulot’nun kızkardeşi ve eniştesinin günlük rutinleri üzerinden hayli etkileyici bir eleştirel yanı olan bir mizah üretmiş Tati. Örneğin kadının sabah kocası ve oğlunu yola koyarken elindeki bezi ile her şeyin (gerçekten her şeyin) tozunu alması, aynı kadının sadece misafir geldiğinde -evinin teknolojisini ve modernliğini göstermek için- bahçedeki yunuslu fıskiyeyi çalıştırması veya teknolojik mutfağındaki mekanik hareketleri güldürürken bizi, bir yandan da insanın modenleşme uğruna nasıl doğal yanından uzaklaştığını sergiliyor akıllıca tasarlanmış bir şekilde. Zengin evinin bahçesinde verilen partide fıskiye ile yaşananlar ve her bir karakterin tuhaflığı da (sürekli kahkaha atan kadın gibi) bu yeni yaşama Tati’nin getirdiği eleştirilerin görsel sembolü olarak yerlerini alıyorlar filmde.

Hulot karakterini de komedi filmlerinin kahramanlarından farklı bir şekilde kullanıyor Tati. Kendisinin canlandırdığı bu karakter seyircinin karşısına çıktığı ilk filmde olduğu gibi yine tek kişilik şovlarını sergileyerek epey eğlendiriyor seyirciyi ve elbette hikâyenin odak noktası oluyor ama takdir edilecek bir şekilde hikâyeyi sadece onun etrafında döndürmüyor Tati ve hemen tüm karelerinde görünmesine rağmen filmi “onsuz olmaz” kılmıyor. Filmde ilk göründüğü sahnede sallanarak yürüyüşü; elindeki çantası ve şemsiyesi; domates, balık ve köpekle yaşadıkları ve pazarcı tezgahındaki gazeteyi okuyuşu ile tipik bir Hulot profili çizerken tam da Tati’nin hedeflediği gibi bulunduğu yerdeki diğer unsurları (karakterleri ve nesneleri) ezmeden onların bir parçası olarak yaşıyor bu ölümsüz karakter.

Mahallenin çocuklarının büyüklere oynadıkları oyunlar, sokak ortasındaki çöpü bir türlü temizle(ye)meyen çöpçü gibi eğlenceli anları olan film çocukların kirli elleri ile reçelli ekmekleri büyük bir iştahla yedikleri “pis”, eğlenceli ve sürprizli bir dünya ile evlerin bahçesinde sadece taşların üzerine basarak yürünebilen, her ânı önceden planmış ve kurallar çerçevesinde yaşanan bir dünyayı yan yana koyuyor ve ne uğruna neyin yitirildiğini anlatıyor tüketim toplumu olmanın sonucu olarak. Hulot’nun bisikleti ile eniştesinin modern arabasının çatıştığı bir dünya bu ve Tati bu çatışmanın taraflarının hangisinin yanında durduğunu net bir şekilde söylüyor. Bu bağlamda Hulot’nun yaşadığı evin de üzerinde durmak gerekiyor: Tati bir söyleşisinde “Geometrik çizgiler sevimli insanlar üretmez” demiş ve filmdeki modern ev de tüm geometrik çizgili unsurları ile (bahçedeki taşlı yol, tüm mobilyalar vs.) içindekileri mutlu etmek için değil, onları bir tüketim toplumu üyesi olarak temsil etmek üzere inşa edilmiş havası ile onun bu ifadesinin somut bir karşılığı olurken, Hulot’nun yaşadığı ev tam tersi bir resim gösteriyor bize. Doğal bir labirenti andıran görüntüsü, yuvarlak hatları ve ilginç merdiven yapısı ile diğer evin ima ettiklerinin tam tersini söylüyor ve içinde yaşayanlara bir sıcaklık vaat ediyor.

Hulot’nun eniştesinin oldukça keyifli bir kaos sahnesinin yaşandığı fabrikasında üretilen hortumların malzemesinin modern tüketim toplumunun sembollerinden biri olarak da nitelendirebileceğimiz plastik olması da kuşkusuz Tati’nin özellikle yaptığı bir seçim. Tıpkı bu seçimin doğruluğu gibi Tati sesi de yine çok doğru bir şekilde ve zaman zaman komedinin parçası yaparak kullanıyor. Örneğin Hulot’nun evinin penceresinden çıktığını sandığımız sesin gerçek kaynağı, yaşadıkları ortamın gürültüsünden dolayı birbirlerini duy(a)mayan karı koca ve modern evdeki teknolojik aletlerin varlıklarını hep hatırlatan ve bireyleri ezen sesleri bu görsel komediyi zenginleştirecek biçimde kullanılıyorlar.

Alain Romans, Franck Barcellini ve Norbert Glanzberg’in Hulot’nun dünyasının özgürlüğünü ve eğlencesini yansıtırken diğer karakterlerin farklı dünyalarına da uygun bir şekilde eşlik eden müziklerinin yer aldığı filmi dokuz ayda çekmiş Tati ve kurgusunu da bir yılda tamamlamış titiz çalışmasının sonucu olarak. Kimi eleştirmenlerin gereğinden fazla didaktik ve eski olanı yüceltmesi ile fazlası ile nostaljik bulduğu film bu eleştirileri kısmen de olsa hak ediyor belki ama hızla değişen ve yerelliğini yitirip küreselleşen bir dünyaya tepki olduğunu unutmamalı bu filmin. Dolayısı ile bugünün gözü ile -en azından sadece bu gözle- değerlendirmek haksızlık olacaktır filme. Etkileyici dekor ve set tasarımlarında (başta iki ayrı ev ve fabrikadaki ofisler olmak üzere) imzası olan Henri Schmitt’in başarısını da anmamız gereken film hem iyimser hem kötümser görüntülerle sona ererken kararı seyirciye bırakıyor. Yeğenin babaya ilk sevgi gösterisi olumlu, yıkılan evler ve Hulot’nun şehirden ayrılması olumsuz bir sonuç bir bakıma ve Tati’nin komedisinin seyirciyi eğlendirirken aynı zamanda düşünmeye/sorgulamaya yönelttiğinin de birer kanıtı.

(“My Uncle” – “Amcam”)

(Visited 978 times, 13 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir