Palmetto – Volker Schlöndorff (1998)

“Ben sadece biraz hırslı bir kızım”

Hapisten çıkan bir adamın içine çekildiği sahte bir kaçırma olayının hikâyesi.

Alman yönetmen Volker Schlöndorff’tan Amerikan usulü bir suç hikâyesi. “Die Verlorene Ehre der Katharina Blum Oder” (Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru) ve “Die Blechtrommel” (Teneke Trampet) gibi başarılı filmleri ile tanınan yönetmen son olarak Marcel Proust uyarlaması “Un Amour de Swann” (Swann’ın Aşkı) ile dikkati çekmiş ama daha sonra çoğunlukla ABD’de çektiği filmlerle formunu koruyamadığını göstermişti. Bu film ise yönetmenin olmamış çalışmalarından biri ve romanlarını farklı isimler altında yazan İngiliz yazar Rene Brabazon Raymond’un James Hadley Chase adı ile 1961 yılında yayınladığı “Just Another Sucker” adlı romanından uyarlanmış.

Schlöndorff’un Katharina Blum’dan buraya nasıl gelebildiği ayrı ve üzücü bir konu ama yönetmenin bu gerilim, dram ve polisiye karışımı filmi içerdiği mizah duygusunu da düşününce nereye odaklanacağını tam olarak bilememiş ve bir yandan farklı olmaya çalışan ama öte yandan üzerinde oynar gibi yapsa da klişeleri kullanmaktan da sakınmayan yapısı ile seyredende çelişkili duygular yaratmaya aday olmuş bir film gibi görünüyor. Humhprey Bogart ve Bruce Willis karışımı kahramanı, tümü özellikle tasarlanmış görünen erotik öğelerle süslenmiş kadın karakterleri ve Zalman King tarzı erotik sahneleri ile film öncelikle bir erkek filmi olmayı hedeflemiş gibi. Öyle ki Woody Harelson’ın canlandırırken eğlenmiş göründüğü baş karakter nerede ise “elimde değil” havasında kadın karakterler tarafından sürekli ayartılıyor ve o da yarı gönüllü havada teklifleri geri çeviremiyor bir türlü. Oysa film nehire atılan daktilo, cesetten kurtulma gibi sahneleri ile sürekli olarak nasıl bir fırsatın kaçırıldığını da düşündürüyor seyredene. Bu ve benzeri sahnelerde başı gittikçe daha fazla belaya giren adamın çaresiz komik hali çok başarılı bir komediye kaynaklık edebilirmiş oysa ki. Sürpriz üzerine sürpriz içeren sahneleri ile öne çıkmaya çalışan mizahı bastırır görünen film bu hali ile daha çok raydan çıkmış bir hikâyenin kurbanı olmuş gibi duruyor.

Elisabeth Shue’nun mizahı öne çıkarılsa çok daha çarpıcı ve inandırıcı olacak ama bu hali ile vasat bir performansla aktarmaya çalıştığı şuh hali, Gina Gershon’un senaryodan kaynaklanan nedenlerle yüzeysel kalmış karakteri ve deneyimli Alman oyuncu Rolf Hoppe’nin önünü kesmiş görünen senaryosu ile film öykünür gibi göründüğü 40’lı yılların kara filmlerinin başarısının hayli gerisinde kalmış. Tüm bunlar bir kenara bırakılırsa film yine de mizahı, Harrelson’ın filmin kimi anlarında hayli keyif veren oyunu ve 40’ların başarılı kara filmlerini yetersiz de olma hatırlatması ile ilgi çekebilir. Shue’nun seksi olmayı başaran ama “femme fatale” olmak konusunda yetersiz kalan oyununu da düşünce film problemini kendisi dile getiriyor açıkçası. Gidilmesi gereken yol, Woody Harelson’ın karakterinin yolu olmalıydı: Eş derecede komik, telaşlı ve gerilimli.

(Visited 99 times, 4 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir