Pork Chop Hill – Lewis Milestone (1959)

pork chop hill“10 yıl ceza mı? Niçin? Kore için ölmek istemediğim için mi? Bu lanet tepeden bana ne?”

Kore savaşını bitirmek için barış görüşmelerinin sürdüğü günlerde, önemi olmayan bir tepe için Çinliler’e karşı savaşan Amerikalı askerlerin hikâyesi.

Sinemaya 1918 yılında sessiz filmlerle giriş yapan, 1930 yılında çektiği Erich Maria Remarque uyarlaması “All Quiet on the Western Front – Garp Cephesinde Yeni Bir şey Yok” ile sinemaya bir başyapıt armağan etmiş olan Lewis Milestone’un son sinema filmlerinden biri olan çalışma “anlamsız” bir savaşa hem aksiyon hem düşünsel bir boyut ile yaklaşmayı deneyen bir eser. ABD ordusunda savaş tarihçisi subayı olan S.L.A. Marshall’ın kitabından uyarlanan film sonradan televizyon veya sinemada ün kazanacak pek çok ismin kariyerlerindeki ilk çalışmalardan biri olmanın yanısıra Martin Landau’nun da ilk sinema filmi. Tepe için savaşmanın anlamsızlığının altını çizmenin yanısıra kaba bir milliyetçilikten, hatta milliyetçilikten genellikle uzak durmak gibi bir önemi olan film başta hayli eğreti duran kapanış cümlesi olmak üzere, yine de bir taraf tutmaktan yeterince kaçınamamış ne yazık ki. Duygularla aksiyonu beraber götürmeye çalışırken her ikisinde de eksik kalmış olmak gibi bir kusuru da var üstelik.

Yönetmen Lewis Milestone filmin yaklaşık 20 dakikasının yapımcılar tarafından kesildiğini söylemiş sonradan ki hikâyedeki “akışkanlık eksikliğini” de açıklıyor bu durum. Buna karşılık, filmin asıl sıkıntısı hem savaş sahnelerinin aksiyon beklentilerini yeterince karşılayamaması hem de hikâyenin asıl odağı olan, iki taraftan askerlerin “anlamı olmayan bir tepe” için ölüyor olmalarının etkileyici ve düşünsel bağlamda sorgulayıcı bir biçim ve içerikle karşımıza getirilememesi. Savaşın dehşetini anlatmaya soyunmuyor filmimiz ama yine de Milestone’un bu sahneleri hayli yorgun bir dille aktarmasını açıklamıyor bu durum. Oysa sonlarda ölü Çinli askerler üzerinde gezinen kameranın bakışı tüm hikâyeye yansıtılmış olsa, daha etkileyici bir sonuç elde edilebilirmiş. Bu problemin temel nedeni sanırım filmin milliyetçi duygularla anti-militarist yaklaşımlar arasında seçim yapmaması veya belki daha doğru bir ifade ile seçim yapmaktan kaçınması. Filmin bu arada kalmışlığının çeşitli örneklerine tanık oluyoruz hikâye boyunca. Tepeyi ele geçirmek için iki tarafın (ABD ve Çin) gösterdiği çabanın anlamsızlığını ve neden olduğu insan kayıplarını tarafsız bir şekilde ele alıyor çoğunlukla, ama barış görüşmelerinde Çin heyetinin yaklaşımı Amerikan heyetine göre daha olumsuz yansıtılıyor görüntüye. ABD askerlerinin başındaki ve Gregory Peck tarafından iş görür bir şekilde canlandırılan komutan çarpışmadan kaçmaya çalışan bir askeri vatanseverlik, milliyetçilik gibi kavramlar üzerinden değil, kendi can güvenliği için birlikte hareket etmenin önemi üzerinden ikna etmeye çalışıyor. Son bir örnek olarak, neye yol açacağı bilindiği halde Amerikan karargâhında aksiyon alınmamasını eleştiriyor ama filmin sonunda askerlere hak ettikleri övgüyü verirken, onlar üzerinden “Amerika’nın dünyaya bağışladığı özgürlüğü” gözümüze sokmaktan kaçınmıyor film.

Hikâyedeki belki de en doğru cümleyi (“Bu benim savaşım değil”) kuran itaatsiz askerin çarpışan onca beyaz asker asker dururken birkaç siyah askerden biri olarak seçilmesini de gözden kaçırmamak gerekiyor ki zamanında Fransa’da hayli eleştirilmiş filmin bu tercihi. Haklı bir eleştiri bu ve pek iyi niyetli durmuyor açıkçası. Ne var ki yukarıda vurguladığım gibi, filmi genel olarak kötü niyetli olarak nitelemek de kesinlikle haksızlık olur. Savaşın bitiminden henüz altı yıl sonra çekilen bir Hollywood filminde ordunun kusurlarını göstermekten (örneğin yanlışlıkla yakılan ışıklar nedeni ile ölen ABD’li askerler) kaçınmayan bir film var sonuçta karşımızda. Farklı karakterleri derinlemesine olmasa da bir şekilde kişisel hikâyeleri ile sergilemeye çalışan film, savaş alanı dışında geçen sahnelerde (ve belki de kesilen bölümler yüzünden) hayli vasat bir sinema dili ile çıkıyor karşımıza. Çin siperlerinden gelen ve Amerikan askerlerinin “ülkelerindeki politikacılar yüzünden ve anlamsız bir amaç uğruna” ölmelerinin saçmalığını anlatıp duran anonsları etkili bir şekilde kullanan film, hem hikâyesinin dramatik boyutunu artırmış böylece hem de benzeri savaş filmlerinde eksik kalan insan boyutunu eklemiş hikâyeye.

Gregory Peck’in komutan karakterinin cesaretinin değil, insanî yanının altını çizmeyi tercih eden ve onun tereddütlerini göstermekten çekinmeyen film Peck’in aksamayan oyunu sayesinde başarılı bir sonuç elde ediyor. Kadrodaki diğer oyuncular da (Rip Torn, Harry Guardino, George Peppard, Martin Landau, Robert Blake, Norman Fell, Gavin MacLeod ve diğerleri) rollerinin hakkını vererek Peck’e eşlik ediyorlar ama yardımcı kadro içinde öne çıkan isim savaştan kaçmaya çalışan siyahî asker rolündeki Woody Strode oluyor.

Jenerikte adı geçmese de filmin yürütücü yapımcısı olan Gregory Peck ile yönetmen Lewis Milestone arasında çıkan anlaşmazlıklarla da bilinen film, Lewis’in ifade ettiğinin aksine tüm o kesilen sahnelerden sonra “geriye sadece Peck ve silahların kaldığı bir çalışma” değil ama yarım bir başarı olmaktan da ileriye geçememiş. Bugün sinema dili nedeni ile bir parça eskimiş göründüğünü de belirtelim bu savaş filminin ama görülmeyi hak ettiğini söylemeyi de ihmal etmeden.

(“Mücadele Tepesi”)

(Visited 163 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir