Report to the Commissioner – Milton Katselas (1975)

report-to-the-commissioner“O domuzlar kimin tarafında dersin? Onlar kendi tarafında. Onlar onlar, bizse biziz. Bu iş böyle arkadaşım”

Bir uyuşturucu satıcısını yakalamak için onunla sevgili olan bir kadın polis ve kadının kimliğini gizlemek için peşine takılan ve gerçeği bilmeyen genç bir erkek polisin hikâyesi.

James Mills’in aynı adı taşıyan romanının ABD yapımı bir uyarlaması. Senaryosu Abby Mann ve Ernest Tidyman tarafından yazılan filmin yönetmeni ise ikisi televizyon için olmak üzere toplam sadece altı film yönetmiş olan Milton Katselas. Kısa bir rolde görünen Richard Gere’ın ilk sinema filmi olan çalışma bir parça dağınık ve ortalama bir hikâye olarak başlayan ama sonradan açılan türden eserlerden. Elmer Bernstein’ın başarılı ve yetmişlerin havasını çok iyi taşıyan müziğinin eşlik ettiği filmde bir parça abartılı oynasa da Michael Moriarty (genç polis) ve Tony King (uyuşturucu satıcısı) oyunculukları ile öne çıkarken, Yaphet Kotto (polis dedektifi) ve Susan Blakely de üzerlerine düşeni yapmış görünüyorlar. Çok başarılı üç sahnesinin de işaret ettiği gibi polisiyesi/aksiyonu öne çıktığında daha çekici olan film, mesaj verme telâşına düştüğünde zayıflıyor ve ders veren tavrı rahatsız edebiliyor.

Watergate skandalının izlerinin hâlâ taze olduğu ve Vietnam Savaşı’nın geldiği noktanın Amerikan toplumunu derinden etkilediği yıllarda Amerikan sineması o günlere ve geleceğe kötümser bakan, devlet kurumlarındaki yozlaşmaları işleyen örnekler üretiyordu devamlı olarak. Bu film de James Mills’in 1972 tarihli romanını karşımıza getirirken polisteki yozlaşmaya değiniyor temel olarak, her ne kadar türünün en güçlü örnekleri arasında yer alamasa da. Genç bir polisi onu bilgilendirmeden tehlikeye sokacak bir operasyonun içine sokan ve işler ters gidince de onu feda etmeye hazırlanan yöneticiler sokaklarında uyuşturucu ve fuhuşun kol gezdiği bir New York görüntüleri eşliğinde getiriliyor karşımıza. Her ikisi de Oscar ödülü sahibi olan iki isim (Abby Mann ve Ernest Tidyman) tarafından yazılan hikâyesi bir kadın cesedinin bulunması, onu öldüren kişinin bir polis olduğunun anlaşılması ve çıkacak skandaldan önce ne olduğunu anlamak için kurulan bir komisyon için yazılan bir raporun hazırlanması sırasında geriye dönüşle anlatılması ile ilerliyor. Babasının hep polis olmasını istediği ama Vietnam’da ölen kardeşinin yerine polis olmak zorunda kalmış ve karakteri bu işe pek de uygun olmayan gencin içine düştüğü oyun yüzünden finaldeki trajediye doğru ilerleyen hikâye sonlarda gittikçe artan dozda mesaj kaygısı ile senaryosu açısından sıkıntılı görünüyor ve özellikle ilk yarısında da yeterince çekicilik üretemiyor. Bu yarısında film hayli sıradan bir görüntüye de bürünüyor zaman zaman ama neyse ki hem bu yarısında hem de diğerinde aksiyon sahneleri kurtarıyor filmi.

Üç önemli aksiyon sahnesi ile film hem eğlenceyi hem heyecanı getirmeyi başarıyor önümüze. Bunların ilkinde, bacaklarını Vietnam’da kaybetmiş olan ve sokaklarda dilenen bir adamın bilyeli tekerlekler üzerindeki aracı ile bir taksiyi trafikte takip ettiğine tanık oluyoruz. Bir diğerinde ise bir odanın içinde başlayıp New York’un çatılarına ve oradan da sokaklarına uzanan bir takip sahnesi izliyoruz ve üzerinde sadece iç çamaşırı olan uyuşturucu satıcısı ile peşindeki genç polisin bu ikili sahnesi hem eğlendiriyor hem de dinamizmi ile keyif vermeyi başarıyor. Bu takibin sonlandığı ve asansörde geçen sahne ise hem iki oyuncusu hem de gerilimi ile filmi ayakta tutan bir diğer bölüm olmayı başarıyor. Oscar ödüllü senaristlerine ve bir romandan uyarlanmış olmasına rağmen filmin cazibesini hikâyesinden çok bu hareketli sahnelerden alıyor olması ilginç bir durum kuşkusuz ama ortaya çıkan sonuç bu. Şüphesiz çok daha iyi örnekleri olsa da New York’un sokaklarını ve gecelerini kullanım şeklini de filmin artıları arasına katmak gerekiyor; hikâye nefes alıyor ve seyirciyi doğru bir şekilde germeyi başarıyor hemen tüm dış çekimlerde.

Filmin Vietnam’ı sık sık bir şekilde gündeme getirişi ve günlük dilde siyah ve zenci (kabaca, black ve nigger) kelimelerinin kullanımı üzerinden bir gerçekliğe işaret etmesi de önemli. Buna karşılık filmin sosyal/politik temaları işleyişi pek de güçlü değil. Örneğin sorgu sırasında polisin örgüt bağlantısının ve politik inançlarının keşfedilmeye çalışılması hikâyeye zoraki eklenmiş görünen bir sahne gibi duruyor. Üsttekilerin kendilerini kurtarmak için alttaki sıradan insanları nasıl kolayca harcayabilecekleri ve bunun sistemin doğasında yer aldığını hatırlatmanın daha dolaylı ve sinemanın bir sanat olarak gereklerini daha iyi karşılayan bir yolu bulunmalıydı.

(“Kurul Raporu”)

(Visited 121 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir