Şaşkın Damat – Zeki Ökten (1975)

“Benim karım nasıl senin nişanlın oluyor yahu?”

Bahçıvanlık yaptığı köşkün sahibinin yeğenine aşık olan adamla, amcasının parasını alabilmek için bu adamla evlenmek zorunda kalan kadının hikâyesi.

Sadık Şendil’in senaryosundan Zeki Ökten’in çektiği bir Kemal Sunal filmi. Televizyonun hızla toplumun hayatına girmesi ile ciddi bir seyirci kaybına uğrayan Yeşilçam’ın çareyi “seks filmleri”nde aradığı dönemin başlarında çekilen film, bu türden elbette epey uzakta duran ama o furyanın gündeme getirdiklerine göz kırparak onlardan yararlanma niyetini de gizle(ye)meyen bir çalışma. Bir seks komedisi değil ama bu ifadelerin ilkine selam gönderen, ikincisini ise özellikle Kemal Sunal üzerinden üretmeye çalışan bir film bu ve başta Sunal hayranları olmak üzere, edepli seks komedilerinden hoşlananların da keyif alacağı bir çalışma.

Jenerikte filmin senaristi olarak Sadık Şendil’in adı geçiyor ama hikâye İtalyan yazar Giovanni Guareschi’nin Türkçeye “Acele Koca Aranıyor” adı ile çevrilen ve orijinal adı “Il Marito in Collogio” olan romanını fazlası ile andırıyor. Yeşilçam’a özgü bir “esinlenme” diyerek gülüp geçebileceğimiz bu olayda asıl ilginç olan ise Guareschi’nin 1944 tarihli romanının ülkesi İtalya’da bizden sonra sinemaya uyarlanmış olması (Maurizio Lucidi’nin yönettiği, 1977 yapımı ve romanla aynı adı taşıyan film). Roman İtalyanca adının da vurguladığı gibi “yatılı okuldaki bir koca”yı anlatıyor ama Şendil’in senaryosu Sunal’ın canlandırdığı kocanın okula gönderilme hikâyesini gerçekçiliği hiç umursamadan ve seyirciyi ikna etmeye hiç çalışmadan getiriyor karşımıza. Bu “anlamlı bir gelişim çizgisi” yaratma telaşının hiç ortalıkta görünmemesi filme zarar veriyor kuşkusuz ve tek örneği de bu değil bu problemin. Romanda kocanın okula gönderilmesinin gerekçesi -asıl amaç onu göz önünden kaldırmaktır- ona görgü öğretmektir çünkü kaba ve cahil biridir kendisi. Şendil’in senaryosu ise herhangi bir gerekçe bulmaya bile zahmet etmiyor ve Sunal’ı fiziksel görünümleri en fazla ortaokul öğrencisi olabileceklerini düşündürten çocuklarla aynı sınıfa koyabiliyor ve onlarla aynı yatakhanede yatırıyor koca adamı. Seyircinin de bu tuhaflığı ve anlamsızlığı hiç umursamayacağını bilmenin verdiği rahatlık var bunun arkasında elbette; sonuçta nasılsa kocayı oynayan Kemal Sunal ve o da tek başına seyirciyi filme çekebilecek bir cazibe kaynağı.

Zengin ve muhafazakâr bir amca ve onun parasının peşinde olan, çalışmak gibi bir dertten uzak ve tek amaçları eğlenmek (içki, kumar, seks) olan akrabalar var hikâyede, bir de amcanın bahçıvanlığını yapan saf Apti, yani Sunal. Amcasını ziyarete giderken başörtüsü takan, “edepsiz” kıyafetlerini “edepli” olanlarla değiştiren yeğenin (Meral Zeren) daha ilk sahnesinde Zeki Ökten kaba bir erotik görüntü yakalamanın peşine düşüyor tuhaf bir şekilde (araba koltuğundaki kıyafet değiştirme sahnesi) ve onun akrabasını oynayan Elif Pektaş ile bu kaba erotizmin dozunu yükseltiyor daha sonra; evde verilen bir partide kameranın Pektaş’ın eteğinin altını özele görüntülemesi örneğin hayli rahatsız edici ve Ökten’e hiç de yakışan bir sahne değil. Ne var ki dönem erotik sinemanın ilk patladığı yıllara denk geliyor ve Yeşilçam’ın bu türden en uzak duran yapımları bile dozunda tutmaya çalışsa da erotizmden kaçın(a)mıyor tamamı ile. Bunun filmdeki en ileri giden örneği ise yukarıda anılan parti sahnesi. Gençlerin çılgınca dans ettiği ve bir kaptaki çikolatayı tattıkları sahne çikolataya bulanmış dudaklarla öpüşmelerini, çiftlerin seks için birer birer evin farklı köşelerine çekilmelerini ve hatta bir çiftin tam da seks yaparken amca tarafından basılmasını da gösteriyor bize film ama tüm bu çılgın partinin düzenleyicilerinden olan kızımız birliklte odasına kapandığı erkeğe “direniyor” anlamsız ama anlaşılabilir bir şekilde. Anlaşılabilir; çünkü o sonuçta Sunal’ın sevdiği kızdır ve filmin tahmin edilebilir sonunun da gerektirdiği gibi kendisi ancak “el değmemiş” ise, bu birlikteliği hak edebilir.

Dönemin seks filmlerinin çağrıştırdıklarından hiç çekinmeden yararlanan ama kendisini daha edepli bir yerde konumlandıran filmin hikâyesi esprilerinden çok Sunal’ın oyunundan (ama asıl olarak varlığından) alıyor komedisini. Oyuncunun “şaşkın bir damat” tiplemesine uygun olan performansı, özellikle de ona düşkün olanları tatmin edecek düzeyde ama daha önce defalarca izlediğiniz bir performansın tekrarı olmaktan öteye de gitmiyor aslında. Günümüz Türkiye sinemasındaki (ve elbette Türkiye toplumundaki) yozlaşmanın örneği ve hatta bu yozlaşmayı besleyen kaynaklarından biri olan Recep İvedik (ve onun karakteri ile iç içe geçmiş yaratıcısı Şahan Gökbakar) ile karşılaştırıldığında çok daha saygın bir yerde duruyor Sunal şüphesiz. İvedik’in (=Gökbakar’ın) arsızca ve sinsi bir şekilde geçtiği tüm sınırların hemen ucuna kadar gelse de daha ileri gitmeyen, hem kendine hem de seyircisine saygıyı unutmayan Sunal’ı takdirle anmak gerekiyor yine de. İşte yaratıcıları da ellerinde Sunal olunca, tüm filmi onun üzerine kurmakta bir sakınca görmemişler ve onun çocuk yaştakilerle aynı yatılı okula gönderilmesini veya karakterinin şaşkın ve saf olmakla aptal olmak arasında gidip gelmesini hiç umursamamışlar, fanatik seyircisinin de umursamayacağını bilmenin rahatlığına da dayanarak elbette.

Çocuk oyuncu Kahraman Kıral’ın, amca rolündeki Ali Şen’in ve zengin kadın peşindeki adamı oynayan Bülent Kayabaş’ın keyifli oyunculuklar sergilediği film, bir çocuğa “Siz karı milleti” diye başlayan bir cümleyi söyletmek gibi rahatsız edici öğeleri de barındıran bir çalışma. Bu ve yukarıda sıralanan ciddi problemleri filmin Sunal’ın en öne çıkan çalışmaları arasına girmesine engel oluyor kuşkusuz ama yine de “bir Kemal Sunal filmi” bu ve sunduğu -kısıtlı da olsa- eğlencenin tadını çıkarmanın bir zararı yok.

(Visited 550 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir