It – Andy Muschietti (2017)

“Küçükken her zaman seni koruyacaklarını ve seninle ilgileneceklerini düşünürsün. Sonra bir gün, bunun gerçek olmadığını fark edersin. Gözlerini açarsan, yaşamakta olduğumuzun ne olduğunu göreceksin. Çünkü çocukken ve yalnızken, canavarlar senin daha zayıf olduğunu anlarlar. Yaklaştıklarını bile anlamazsın… ta ki çok geç olana kadar”

Akranlarının eziyetine uğrayan bir grup çocuğun kasabalarının küçük yaşlardaki çocuklarını kendilerine kurban seçen palyaço görünümlü bir canavarla mücadelelerinin hikâyesi.

Eserleri defalarca sinema ve televizyona aktarılmış Amerikalı yazar Stephen King’in aynı adlı romanından uyarlanan bir Amerikan yapımı. Senaryosunu Gary Dauberman, Chase Palmer ve Cary Joji Fukunaga’nın yazdığı filmin yönetmen koltuğunda Arjantinli sinemacı Andy Muschietti var. Bugüne kadar King’ten sinemaya uyarlanan filmler içinde en yüksek gişe gelirine sahip olan çalışma yazarın da onayını ve beğenisini almış. Yine Muschietti’nin yönettiği devam filmi (“It Chapter Two – O Bölüm 2”) kısa bir süre önce gösterime giren çalışma seyircinin ilgisinin yanı sıra eleştirmenlerin de genel olarak beğenisini kazanmış. Tüm ana karakterleri çocuklar olan bir korku filminin doğal rahatsız ediciliği ile birlikte, korkutmak ve etkileyici olmak hedefine ulaşmayı başaran çalışma türün meraklılarının kaçırmaması gereken, türe çok da düşkün olmayanların ise -çocukların tüm hikâye boyunca acı çekmeleri ve eziyet görmelerinin rahatsız ediciliğini aşabilirlerse- sıkılmadan izleyebilecekleri bir sinema eseri.

King’in 1986 tarihli hacimli romanı (1,138 sayfa) 1990 yılında bir televizyon dizisi olarak da hayat bulmuş. Andy Muschietti’nin bu uyarlaması bir bakıma romanın ilk yarısını ele alıyor ve karakterlerinin çocukluklarında yaşadıkları macerayı getiriyor karşımıza; devam filmi ise aynı karakterlerin 27 yıl sonraki maceralarına odaklanıyor. 27 yıl sonra çünkü Pennywise adlı palyaço her 27 yılda bir ortaya çıkıyor ve kasabadaki çocuklara musallat oluyor. Ekim 1988’de bir çocuğun kaybolması ile başlayan hikâye Eylül 1989’da sona ererken devam filmine de göndermede bulunuluyor ve çocuklar palyaço geri dönerse tekrar bir araya gelip onunla mücadele etmek için yemin ediyorlar.

Filmin hikâyesi temel olarak 1988’in yaz aylarında geçiyor ve her biri birer “ezik” olan biri kız yedi çocuğun korkunç palyaçoya karşı mücadelelerini anlatıyor. Hikâye tamamı ile çocuklar veya ergenlik çağında olanlar üzerine kurulu; yetişkinler ise çok pasif karakterler ve karşımıza çıkanların tümü çocukları ya hiç anlamayan, onlara kötü davranan ya da onlara ihtiyaçları olan korunmayı sağlayamayan bireyler. King’in romanında çocukları hem yaşıtlarından ve kendilerinden büyük olan gençlerden sürekli eziyet görenlerden seçmesi hem de onları korkunç palyaçonun saldırısına maruz bırakması ilginç bir tercih ve filmi de farklı kılan önemli öğelerden biri bu. Canavarın geçmişte neden olduklarını ve sırlarını araştıran da çocuklar, onunla savaşan da. Büyükler, polisler dahil, olan bitenin ve öneminin hemen hiç farkında değiller ve küçüklerin gördükleri dehşetli görüntüleri de görmüyorlar. Öyle ki hikâyenin şiddet ve korku açısından sadece yetişkinlere uygun olan bölümleri çıkarılsa ve palyaço biraz daha az korkunç olsa, rahatlıkla çocuklar için heyecanlı bir macera olarak sınıflanabilirmiş bu film. Hikâyedeki kötü veya iyi, tüm eylemlerin sahipleri çocuklar bu filmde.

Pennywise ve kırmızı balonu bu filmle sinemaya giriş yapıyor ve kuşkusuz ki korku türünün iki önemli unsuru olarak yerlerini alıyorlar sinema tarihinde. Kurbanlarının en büyük korkularını keşfeden ve onları bunlarla avlayan canavarı, sıradan vatandaşları en büyük korkuları üzerinden kendisine bağlayan ve yanına çeken politikacılar ve liderler ile eşleştirmek mümkün kuşkusuz. Amerikanın sağcılarını, muhafazakârlarını ve onların egemen olduğu “derin Amerika”yı hep eleştirisinin odağına almış bir yazar King sonuçta. Böyle bakınca da, çocuklar arasındaki dayanışmayı ve -ciddi inandırıcılık sorunları olan- savaşlarını bu zihniyete karşı bir mücadele olarak görmek mümkün. Hikâyenin dayanışmanın yanında, zalimden korkmamayı da öğütlemesi destekliyor bu bakışı.

Banyo sahnesi ve dia gösterisi sahnesi gibi etkileyici ve sık sık korkutmayı aşıp, sinir bozucu ve iğrenç de olan bölümleri ile başrol oyuncularının görmemesi gereken bu filmde CGI efektleri yerli yerinde kullanılmış ve yönetmen Andy Muschietti de işini gerektiği gibi yapmış. Sahnelerin sık sık aynı formülü (yavaş yavaş ilerleyen gerilim ve korkunun zirveye çıkması) takip etmesini unutturan temposu ve kurgusu ile bu film, çocukları espri de yapan aksiyon karakterleri (örneğin Bruce Willis’in karakterleri) olarak çizmek gibi anlamsız ve alışıldık yollara sapsa da ve mizahı çok da gerekli değilmiş gibi dursa da türün meraklılarını bu problemlerin hiç rahatsız etmeyeceği açık. 35 Milyon Dolarlık bütçesine karşılık dünya çapında elde ettiği 700 Milyon Doların üzerindeki gişe geliri ile “başarılı” bir film bu sonuçta. Kesinlikle bir korku klasiği değil ve kalıcılığı da tartışmalı ama genç oyuncularının dikkat çektiği, Pennywise’ı canlandıran Bill Skarsgard’ın ise palyaço makyajı altındaki çarpıcı performansı ile hayli başarılı olduğu bir film bu ve hedefini de tutturuyor.

(“O”)