Alman Ekmeği – Bekir Yıldız

Bekir Yıldız’ın türü “Hikâye/Röportaj” olarak belirtilen kitabı Almanya’daki Türkiyeli işçilerin sorunlarına odaklanan ama bununla yetinmeyip daha genel olarak kapitalist bir düzen içinde emekçi sınıfının yaşadıklarına ve buna bağlayarak da, emperyalizmin eleştirisine uzanan bir eser. 1962 ile 1966 yılları arasında kendisi de Almanya’da işçi olarak çalışan Bekir Yıldız daha öncesinde (1966’da) “Türkler Almanya’da” adında bir roman da yayımlamış aynı konuya eğilen. Her ne kadar hikâye/röportaj olarak belirtilse de kitabın türü, her ikisinden de izler taşıyan ama aynı zamanda izlenimler üzerine kurulu bir kitap bu. Yazarın ağzından anlatılan “hikâye”ler bir süre işçi olarak çalıştığı Almanya’ya bu kez yabancı işçilerle ilgili röportajlar yapmak için geri dönen yazarın tanıklıklarını ve hatırladıklarını aktarıyor okuyucuya. Almanların toplum yapısına, savaştan sonraki hızlı kalkınma dönemi süresince makineleşen bireylerine ve kapitalist sisteme sert, zaman zaman oldukça sert, söylemlerle eleştiri oklarını yöneltiyor Bekir Yıldız ve güçlü dili ile etkileyici bir eser koyuyor ortaya.

On üç bölümden oluşuyor kitap ve bölümlerin her biri çarpıcı isimler taşıyor: “Ekmekle Körebe Oynayanlar”, Kadınlarımızın Kırkta Biri Almanya İçin Gebe”, “Ailenin Böylesi”, “Otto’nun Bacakları Kimlerin Kasasında”, “Rahibelere Kapıcılık Yaptırıyor Fabrikatörler”, “Hitler’in Sığınağında Bir Fadime”, “İyilik Yargılanıyor”, “Koku Sızdırmayan Tabutlar”, “Yiyenler ve Alanlar”, “Dünyanın En Büyük İspiyon Şebekesi”, “Masalara İğnelenmiş Pazular”, “Babam Feleğin Üstüne Yürüyor” ve “Yanıbaşımızdan Türkler Geçiyor”. Bölümlerin tümü, ağırlıkları değişse de birkaç farklı tema üzerinde oluşturulmuş: Emekçi sınıfı, emek sömürüsü, tüketim toplumu, emperyalizm, kapitalizm; toplumsal, ekonomik ve siyasal sistemin yalnızlaştırdığı, bireyselleştirdiği, sadece “tüketici” kimliği ile tanımladığı ve makineleştirdiği bireyler. Tüm bu temalar üzerinde birinci ağızdan gözlemlerini ve yaşadıklarını aktarırken Bekir Yıldız, Alman toplum yapısını çok sert yargılarla eleştiriyor ve zaman zaman da henüz Batılılaşmamış Türkiye halkı ile Alman halkını karşılaştırıyor. Almanya üzerine yazan yazarların birinci kuşağından olan Yıldız’ın dili o kuşaktaki yazarlarla benzer bir biçimde gerçekçi ve doğrudan; bunun da temel nedeni içine doğdukları toplumsal yapı ile Almanya’da karşılaştıkları toplum yapı arasındaki derin farklılıkların yarattığı “şok” etkisi olsa gerek. Yıldız’ın sık sık vurguladığı “ahlâki yozlaşma” eleştirisi de aynı bakışla birlikte ele alınmalı ama yine de bazen çok sert bir dilinin olduğunu da kabul etmek gerekiyor bu eleştirilerin.

Alman ailelerinin evleri, mahkeme salonu, kreş, fabrika ve tren gibi farklı mekanlardan aktarılan gözlemler, emekleri ucuzlaştırılan ve bu emeklerinin karşılığında aldıkları ile de bir tüketiciye dönüştürülen insanların (Alman ya da yabancı) sefaletlerini aktarırken sözünü hiç sakınmıyor Yıldız ve zaman zaman ufak bir mizaha ve sembol kullanımına da başvuruyor. “Dünyanın En Büyük İspiyon Şebekesi” adını taşıyan bölümün en iyi örneklerinden biri olduğu şekilde tüm hikâyeler çarpıcı birer kısa filme dönüştürülebilecek içeriklere sahipler ve yazar da doğrudan ve adeta görsel bir dil kullanarak bu havayı zenginleştiriyor. Edebiyatımızda ve özellikle de sinemamızda -diğer pek çok toplumsal konu gibi- ihmal edilmiş olan “yabancı ülkelerde çalışan işçiler“ üzerine önemli eserlerden biri bu ve birinci elden tanıklığın sonucu olması ile ayrıca da önemli. Kitabın yayımlandığı ilk tarihten (1974) bu yana yeni kuşaklarla birlikte Almanya’da yaşamayı tercih edenlerin sayısının artması nedeni ile ülkedeki Türklerin sayısı yükseldi kuşkusuz. Bu nedenle, Bekir Yıldız’ın Almanların yabancı işçilerin varlığından rahatsızlığının yavaş yavaş ortaya çıkmasının da etkisi ile yazdığı “Sonunda Almanya Almanlara kalacak gene” ifadesi doğrulanmadı ama hemen bu cümlenin arkasından dile getirilen endişesi (“Böylesi iyi. Almanlar gelmese memleketimize ama. Emeği, ucuz avlamak için, kurmasalar yararları adına fabrikalarını memleketimize ama”) Türkiye’nin özellikle 1980 darbesinden sonra hızla liberal ve kapitalist düzenin parçası olması ile bir gerçeğe dönüşmüş durumda. Dili ve söylemleri ile kimi satırları bir manifesto havası da taşıyan kitap hayli politik içeriği ile de ilgi çekebilir.