O Ano em Que Meus Pais Saíram de Férias – Cao Hamburger (2006)

“Kaleciler tüm hayatlarını kalelerinde tek başına ve en kötüsünü bekleyerek geçirirler”

1970 Brezilya’sında bir yandan Dünya Kupasının heyecanını diğer yandan diktatörlüğün acılarını yaşayan bir çocuğun büyüme hikâyesi.

“Sergen ile Şifo Mehmet”, “Alex ile Tümer”, “Eleano ile Arda” yan yana oynar mı tartışmalarının her devirde ve her ülkede benzerlerinin olduğunu da gösteren (ki buradaki örnek Pele ile Tostão, ve yan yana çok da başarılı oyunuyorlar) filmde 70’lerin baskı altındaki bu Latin Amerika ülkesinde bir yandan polisten saklanan ebeveynlerinin dönmesini bekleyen diğer yandan aşığı olduğu futbolun en büyük kupasında Brezilya’yı takip eden bir çocuğun özlem, tedirginlik ve sevgi dolu hikâyesi anlatılıyor.

Futbol, siyaset ve bir çocuğun büyümesi eksenlerinde ilerleyen filmde yarı otobiyografik bir özelliği olan senaryodan kaynaklanan bir dördüncü eksen de var. Dedesinin yanına bırakılmak için çocuğun getirildiği yahudi mahallesi ve bu mahallenin varlığından dolayı filmde kendine hayli geniş bir yer bulan “dindar, huysuz ama sevecen yaşlı yahudi”, mitzva törenleri ile karşımıza gelen “yahudi gelenekleri” gibi unsurlar sanki filme bir yandan sıcaklık katarken diğer yandan da belki dozun fazla tutulması nedeni ile filmin daha vurucu bir etkiye sahip olmasını engellemiş gibi görünüyor. Futbolun evet sadece futbol olmadığını ve hayatın birebir kopyası olduğunu anlatan bir film bu ve bu oyunun hayatlarımıza ne denli sızdığının da pek çok kanıtını içeriyor; hem ülkesi Brezilya kazansın isteyen hem de sosyalizmin zaferinin göstergesi olacaktır diye Çekoslavakya’nın kazanmasını arzu eden solcu eylemci (gerçi hangi tarafın attığı gole daha çok sevindiğini gizleyemeyerek futbolu siyasetin önüne geçiriyor ama), topluca seyredilen maçlardaki ortak coşku ve hüzün, ve kaleciler üzerinden gösterilen felsefik yaklaşımlar gibi.

70’lerde bizde Şiribim Şiribom olarak bilinen şarkının orijinalinin sık sık eşlik etttiği film hayatının belki de en çok ihtiyacının olduğu döneminde anne ve babasından uzak düşen ama onları inatla bekleyen ama bir yandan da büyüyen bir çocuğun futbol eksenli dünyasına sızan ilk flört, yeni dostluklar, yeni kültürler ve kısaca “uyanışlar” olarak özetlenebilecek büyüme sancılarını belki dramın gücünün aleyhine biraz fazla sıcak bir tavırla ama samimiyet ile anlatıyor. Mavi bir Volkswagen’in peşinde koşulan sahne veya üniversitedeki tutuklama anları gibi bölümler filmin belki bir parça daha sert tonu olsa ilave bir güce de kavuşabileceğini ama bilinçli bir tercih ile ne olursa olsun umudun ve dayanışmanın ön plana çıkarıldığını gösteriyor bize. Sevginin emek ile birlikte anlam kazandığını ve baskı ve diktatörlüğün olduğu bir ortamda hiçbir bireyin kendini bunlardan uzakta tutamayacağını söyleyen filmin bir güçlü mesajı daha var: Yaşasın futbol! Filmi izledikten sonra futbolun neden sermayenin değil halkın elinde olması gerektiği üzerine uzun uzun düşünmemek ve oyunun bu alandaki güncel durumuna üzülmemek elde değil.

(“The Year My Parents Went on Vacation” – “Annemler Tatilde”)