Beach Rats – Eliza Hittman (2017)

“İki kız sevişirse bu çok seksidir, iki erkek sevişirse bu gay işidir”

Kanser hastalığının son aşamalarındaki babası, annesi ve kız kardeşi ile birlikte yaşayan, günlerini arkadaşları ile takılmak ve uyuşturucu kullanmakla geçiren on dokuz yaşında eşcinsel bir gencin hikâyesi.

Eliza Hittman’ın yazdığı ve yönettiği bir ABD yapımı. Senaryosunu yine kendisinin yazdığı ilk uzun metrajlı filminde (2013 tarihli “It Felt Like Love”) olduğu gibi Hittman burada da baş karakterinin cinsel kimliği ile ilgili bir hikâye anlatmış. Cinsel kimliğini ailesinden ve arkadaşlarından gizleyen ve internette kendisinden büyük erkeklerle seks sohbetleri yapan genç adamın bu hikâyesi cinsel kimlikler veya kimlik arayışı konusunda pek daha önce anlatılmamış bir şeyler söylemese de hikâyesine uygun kurulan atmosferi, görüntü çalışmasının karakterinin tedirginliğini yansıtan içeriği, baş oyuncusu Harris Dickinson’ın yalın ve incelikli performansı ve Hittman’ın Sundance’te ödül kazanan yönetmenlik çalışması ile ilgiyi hak ediyor. Eşcinsel bir aşktan ziyade, gizlenmeye ama bir yandan da tatmin edilmeye çalışılan fiziksel bir arzunun eşcinsel olanına odaklanan ilginç bir çalışma bu.

Vücudunun üst kısmı çıplak olarak ayna karşısında selfie çeken bir gencin görüntüsü ile açılıyor film. Ardından aynı gencin bir eşcinsel görüntülü chat sayfasında farklı erkekleri seyrettiğini ve kendisinden yaşlı birini görünce durup sohbet ettiğini görüyoruz. Henüz çekingen, kendi yüzünü göstermeyi pek istemeyen ve buluşma önerilerini ret eden bir genç bu. Günlerini kendisi gibi genellikle plaja takılan, hikâyenin büyük bölümünde belden yukarıları çıplak olarak gezen ve birlikte uyuşturucularını paylaştıkları üç arkadaşı ile geçiren genç adam bir kızın kendisine ilgi göstermesi ile ciddi bir sınavın içinde buluyor kendisini: Bir yandan bu arkadaşlığın sürmesini istiyor ama öte yandan bedeni bu kızın değil erkeklerin sağlayabileceği bir duygunun peşinde koşmaya devam ediyor çünkü.

Babasına verilen uyuşturucu nitelikli ilaçları arkadaşları ile paylaşan, uyuşturucu satın alabilmek için küçük hırsızlıklara da bulaşan genç adamın internetteki chat sayfasındaki çekingen tavrını bir kenara koyup kendisinden büyük erkeklerle buluşmaya başlaması babanın ölümünden hemen sonra oluyor. Hikâyenin böyle bir bağ kurmasına nasıl yaklaşmalı emin değilim açıkçası. Bir travmanın (babanın kaybı) sonucu mu bu tavır değişikliği, bir teselli arayışının sonucu mu yoksa babanın varlığının doğurduğu manevi bir engelden kurtulmanın yolunu açtığı bir eylem mi? Buna bir cevap vermiyor film ama arada bu bağın kurulmuş olması ve genç adamın ilk buluşmasında nerede ise hiç konuşmadan karşısındaki kişinin arzusunu tatmin etmesi dizginlenmiş bir arzunun dışavurumu olarak görünüyor. Hittman’ın senaryosunun bu genç adamın cinsel kimliği konusunda yaşadıklarını aşka veya romantizme hiç yer vermeden sadece fiziksel boyuta indirgeyerek anlatması farklı bir tercih ve tartışmaya da açık bir parça. Gencin aşkın romantizmini bir şekilde kız arkadaşı ile fiziksel boyutunu ise erkeklerle tatması eşcinsel bir bakış açısı ile bakıldığında bir parça sert görünebilir; görünebilir, çünkü eşcinsel ya da değil aşkın her aşkta olduğu gibi insanı güzelleştiren, zenginleştiren, dönüştüren yanını hiç görmüyor bu hikâye.

Baş karakterin üç arkadaşından birinin de eşcinselliğinin ima edildiği filmde kahramanımızın kız arkadaşı ile gece kulübündeki üzerinde “electric closet” yazan bir kutunun/dolabın önünde sevişememesini sembolik bir öge olarak kullanmış Hittman (“coming out of the closet” ifadesinin eşcinselliğini kabul eden ve duyuranlar için, eşcinselliğini gizleyenler için ise “closeted” sözcüğünün kullanıldığını hatırlayalım) ve belki bir parça fazla açık bir sembolle kahramanının içinde bulunduğu durumu anlatmış. Kız arkadaşı ile tartışmasından sonra girdiği chat odasında bu kez genç bir eşcinsel ile sohbeti ve buluşmayı tercih etmesi ve bu buluşmaya arkadaşlarını da (“Hepinize bir şey soracağım: Gay biri ile kafa bulmaya ne dersiniz?”) gay rolü yaparak uyuşturucu bulma vaadi ile davet etmesi yoruma açık bir konu açıkçası. Senaryonun baş karakterinin kimi davranışlarının izahını seyirciye bırakmasının örneklerinden biri bu da. Benzer şekilde finaldeki pişmanlık (buluştukları eşcinsel genci arkadaşlarının hırpalamasından da doğan bir pişmanlık), bilgisayardan selfie temizliği vefilmin hikâye boyunca birkaç kez karşımıza çıkan havai fişeklerin aniden kararması ile sona ermesi de anlamları açısından seyircinin yorumuna bırakılmış diğer bölümleri filmin.

Eliza Hittman’ın yönetmen olarak tercihleri filmin önemli artılarından biri. Görüntü yönetmeni Hélène Louvart ile birlikte hikâyenin ve baş karakterinin tedirgin ve kararsız haline çok uygun, ille de “güzel” bir görüntünün peşine düşmeyen ve gerçekçilik duygusunu artıran kamera açılarını tercih etmiş yönetmen ve ortaya bir bireyin başına gelebilecek en büyük trajedilerden birini -kimliğini saklama ve dolayısı ile kendini ret etmeyi- yaşayan bir gencin hüzünden çok öfkenin ağır bastığı bir hikâye çıkarmış. Hittman’ın özellikle erkek vücutlarına odaklandığını ve filme bu bağlamda homoerotik bir hava kattığını da söylemek gerek; yönetmen bu tercihini dozunda tutuyor ve bir sömürünün peşine düşmekten çok filmin genel havasına (cinselliğe) uygun bir tutum takınıyor. Genç adamı canlandıran İngiliz oyuncu Harris Dickinson hikâye ve mizansen ile uyumlu bir şekilde karakterinin öfkeli, tutkulu, tedirgin, telaşlı ve sevimli hallerinin her birini doğal bir oyunculukla getiriyor karşımıza ve bu kafası karışık (“Neden hoşlandığımı gerçekten bilmiyorum”) karakteri gerçek kılıyor.

Kendini keşfetmek ve keşfinin sonucunda ortaya çıkanı kabul etmek, ettirmek ve bununla baş edebilmek üzerine bir film bu ve Hittman’ın karakterinin serüvenine saygı duyan anlatımı ile görülmeyi hak eden bir çalışma. Hittman hikâyesini yazmaya internette gördüğü ve erkeklerin ayna karşısında çektiği üzerleri çıplak selfie’lerden aldığı ilhamla başlamış ve bu esin kaynaklarının hakkını da vermiş açıkçası ve bu fotoğrafların iki temel vurgusunu ortaya koymuş: Erkeklerin maço bir şekilde varlıklarını göstermeleri ve öte yandan tam zıt bir uçta (belki de o kadar zıt değil aslında!) bu fotoğrafların barındırdığı homoerotizm. Annesinin “arkadaşlarını evden çıkar”masını söylemesi üzerine “onlar benim arkadaşım değil” diyen genç adamın yalnızlığının vurgulandığı (gerçek kimliğinizle iletişim kuramadığınız insanlar nasıl gerçek arkadaşlarınız olabilir ki?) sahne gibi vurucu anları olan bir çalışma bu.