El Invierno – Emiliano Torres (2016)

“Bu iş için yaşlandığını düşünüyorum. Emekli olmayı düşünmelisin. Biraz dinlen. Bunca yıllık emeğin için sana minnettarız ama değişikliğe ihtiyacımız var. Bence herkesin değişikliğe ihtiyacı var. Yeni bir iş bulmalısın”

Yıllardır çalıştığı bir çiftlikteki işini kaybeden yaşlı bir adam ve onun yerini alan genç bir adamın hikâyesi.

Senaryosunu Emiliano Torres ve Marcelo Chaparro’nun yazdığı, yönetmenliğini Torres’in üstlendiği bir Arjantin ve Fransa ortak yapımı. Torres yirmi üç filmdeki yardımcı yönetmenliğinden sonraki ilk yönetmenlik çalışması olan bu filmde küçük bir hikâyeyi yalın bir dille ve Ramiro Civita’nın başarılı görüntü çalışmasının sonucu olan görsel gücü ile çekici bir biçimde anlatıyor. Yavaş ilerleyen hikâyesi ve süssüz dili geniş kitleler için pek çekici olmayacaktır muhtemelen ama insanlara odaklı bir hikâye seyretmek isteyenler için önemli o küçük filmlerden biri bu. Küçük rollerde genellikle amatör oyuncuların yer aldığı filmde yaşlı adamı oynayan Alejandro Sieveking ve onun yerini alan genç adamı canlandıran Cristian Salguero’nun sade, doğal ve gerçekçi oyunlarının ve Cyril Morin’in hikâyenin atmosferini kendisini özellikle öne çıkarmadan zenginleştiren müziği ile başarılı bir ilk film bu.

Yaşlı adam hatırlayamadığı kadar uzun bir süredir çalışıyor bir çiftlikte. Koyunlara çobanlık etme ve yünlerini kırpma mevsiminde gelen işçiler dışında koca bir arazide yıllardır tek başına bir yaşam sürüyor; hikâyenin ilerleyen bölümlerinde göreceğimiz üzere tek çocuğu olan ve artık evli bir kadın olan kızı ile de hiç görüşmeden. Yeni bir işçi çalışkanlığı ve becerisi ile göz dolduruyor ve çiftliğin patronu tarafından, artık yaşlandığı düşünülen adamın yerine getiriliyor. Bu özetin de gösterdiği gibi iki adamın hikâyesi bu; iki farklı nesile ait, biri “yaşlı” diğeri “genç” iki adam bunlar. Filmin ilk yarısı yaşlıyı, ikinci yarısı ise genç olanı odağına alarak ilerlerken, hikâye finale doğru karşı karşıya getiriyor iki adamı ve sertliğine ve trajikliğine rağmen yönetmenin başarılı çalışması ile hikâyeye uygun bir doğallık içeren bir şekilde sonuçlanıyor bu karşılaşma. Final ise bireyler değişse de hikâyenin aslında değişmediğini gösteren sade bir çarpıcılıkla geliyor ve sizi de düşüncelerinizle baş başa bırakıyor. Belki de filmin temel başarılarından biri bu: Bu derece yalın bir hikâyenin kahramanlarını size bu denli yaklaştırabilmek ve onların hayatlarını sizin için önemli kılabilmek.

Zor bir coğrafyada zor bir işi yaparak hayata tutunmaya çalışan iki adam var karşımızda; yaşlı olan yılların neden olduğu katılıkla yaklaşıyor hayata ve yavaş yavaş azalan fiziksel gücüne rağmen ayakta kalmaya çalışırken, genç adam -en azından işe resmî olarak kabul edilene kadar- gizlemeyi tercih ettiği sırrı ile yeni bir hayat kurmaya çalışıyor kendisi için. Film bize bu bağlamda bir dönüşümü veya bir nesilden diğerine geçişi anlatırken, şu hususun da altını çiziyor: bireylerin içinde yaşadıkları düzen içinde aslında hayatlarının genel belirleyicisi ol(a)madıkları. Uçsuz bucaksız alandaki yüncülüğün artık yeterince kârlı bir iş olmaması ve Çin’den gelen ucuz yünün piyasayı ele geçirmesi nedeni ile iki adamın mücadele alanı olan arazi belki de artık onların bu mücadelesini anlamsız kılacak bir şekilde farklı bir amaç için kullanılacaktır. Bu bağlamda, iki adamın fiziksel olarak çatışmasını ve bu çatışmanın istenmeden gerçekleşen trajik sonunu, bir “sınıf içi çatışma” olarak değerlendirmek ve egemen güçlere karşı çaresiz olan bir sınıfın üyelerinin bireysel kurtuluşları için birbirlerini yok etmesi olarak görmek gerekiyor belki de.

Ramiro Civita’nın görüntüleri Arjantin’in uçsuz bucaksız düzlüklerinden birinde geçen hikâyede gerek bu mekanları gerekse iç mekanları hep başarı ile kullanıyor ve özellikle hemen tüm dış çekimlerde karakterleri sonsuzluğun içinde bir nokta gibi algılatacak şekilde küçüklüklerini vurguluyor düzenli olarak. Bu vurgu bir yandan da karakterlerin mücadelesinin anlamsızlığını gösteriyor bize. İki adamın tüm bir kışı tek başlarına geçirmek zorunda kaldıkları bu uçsuz bucaksız arazinin her noktasını ve mevsimini ustalıkla yansıtan görüntüler filmin kozlarından biri. Filmin bir diğer kozu ise hikâyedeki ufak belirsizlikler: Darmadağın edilen bir ev, ortadan kaybolan köpekler, yaralanan bir at, gece yarısı evin önüne gelip genç adamla konuşan ve yüzleri görünmeyen “karanlık” tipler. Olanların sorumlusunun kim olduğunu net bir şekilde söylemiyor hikâye ve ima etmekle yetiniyor sadece ve bununla da filmin geneli ile uyumlu bir tavır takınmış oluyor: Bir suçu, bir suçluyu veya bir mağduru anlatmaya değil, bunların tümünün bir arada olduğu ya da aslında hiç birinin bu etiketlerden biri ile ilişkilendirilemeyeceği (ya da ilişkilendirilmemesi gerektiği) bir hikâye anlatmaya soyunmuş film ve bunu da başarmış kesinlikle. İki adamın -işi ve mekânı- sahiplenme çabası ve çatışmaları ile uzaktan uzağa western’e de göz kırpan film genç adamın yaşlı olanın yıllara yayılmış hikâyesinin hızlandırılmış kopyasını yaşaması ve sonunda da ona dönüşmesini anlatırken sessizliğin eşlik ettiği geniş plan görüntüleri ile de ilgiyi hak eden bir çalışma.

(“The Winter” – “Kış”)