Film Ekimi 2015 – 1

Hrutarİnatçılar (Hrútar) – Grímur Hákonarson : İzlanda sinemasından sürpriz bir güzelliğe sahip, karanlık ile aydınlığın ustaca birleştirildiği bir çalışma. Yan yana evlerde yaşadıkları halde yıllardır birbiri ile hiç konuşmayan iki erkek kardeşin koşulların zorlaması ile bir araya gelmesinin bu hikâyesi ön planda bu “barışma”yı anlatır gibi görünse de, değişen dünyayı, kaybolan bir yaşam tarzını ve yetiştirdiği koyunlarına “aşık” köylülerin insanın doğa ile iç içe olduğunda nasıl doğal bir uyumu yakaladıklarını kanıtlayan hayatlarını da getiriyor karşımıza. Küçük bir mizahın da eşlik ettiği filmde, İzlandalı iki oyuncu Sigurður Sigurjónsson ve Theodór Júlíusson gerçekçi ve doğal oyunları ile oynadıkları iki kardeşin ruhuna girmeyi başarmışlar adeta. Hákonarson’un yazdığı senaryo yönetmenin sadece anlattığı hayatı çok iyi gözlediğini değil, o hayatı tüm olumlu ve olumsuz yanları ile benimsediğini de gösteriyor bize. 300 küsur bin nüfusu ile Avrupa’nın nüfus yoğunluğu en düşük ülkesi olan bu ada devletindeki geniş alanları ilginç bir biçimde kullanmış film ve dış mekanların boş, geniş ve soğuk görünümü ile iç mekanların dar ve kapalı görünümünü zıt konumlara yerleştirerek hikâyenin hem trajik hem umut dolu havasının sembolü yapmış adeta. İnsanı anlatan tüm hikâyeler gibi önemli ve bu hikâyesini gerçekçi ve çekici kılan tüm filmler gibi kesinlikle görülmesi gerekli bir çalışma. “Sevgi ve özlem ile sarılmak” temalı son sahnesi ise unutulacak gibi değil…
(“Rams”)

Londra Yolu (London Road) – Rufus Norris : 2006 yılında İngiltere’nin Ipswich kasabasında hayat kadınlarını öldüren bir seri katilin London Road adını taşıyan sokakta yaşayanlar üzerinde yarattığı korku ve merak dolu heyecanı anlatan bir müzikalin sinema uyarlaması. Müzikal ve dolayısı ile film hayli ilginç bir denemenin sonucu: Bölgede yaşayanlarla yapılan röportajlarda söylenenlerden ve bu söylenenlere hiç dokunulmadan oluşturulmuş diyaloglar/şarkı sözleri (“senaryo”nun sahibi Alecky Blythe’ın başarısına şapka çıkarmak gerekiyor) ve Adam Cork’un müziği ile dile getiriliyor bu sözler oyuncular tarafından. Bir müzikal ama kesinlikle farklı bir müzikal bu. Katilin ve kurbanların hiç görünmediği hikâye London Road’da yaşayanlara ve onların cinayetlerden nasıl etkilendiğine odaklanıyor asıl olarak. Filmin türünü belgesel müzikal olarak nitelemek mümkün aslında içeriği ve tarzı gereği. Tom Hardy’nin taksi şöförü rolünde yer aldığı filmde tüm oyuncular o klasik İngiliz oyunculuk tarzını hatırlatan ve tam bir takım başarısı olarak nitelendirilebilecek performanslar sunuyorlar. Hikâyede öne çıkan bir karakter olmaması da bu takım performansı havasını destekliyor. Kendine özgü bir koreografi eşliğinde sergilenen hikâyesi, sıradan insanların zaman zaman konuşma ile şarkı söyleme arasında değişen tarzları (ki ilk akla geleceğinin aksine filmi daha da ilginç kılıyor bu tercih) ve klasik müzikallerin aksine öne çıkan şarkılara sahip olmayan (zaten böyle bir hedefi de yok filmin) ama hikâyeyi adeta yöneten müziği ile ilginç bir çalışma bu ve görülmeyi hak ediyor, zaman zaman hikâye sarkar gibi olsa da.