En Man Som Heter Ove – Hannes Holm (2015)

“Bazı insanlar kaderin kendi aptallığımızdan başka bir şey olmadığını söyler. Benim kaderimi değiştirense komşularımın aptallığı oldu”

Bir yıl önce kanserden ölen karısının yanına gitmek için intihar etmeye karar veren huysuz bir adamın, yeni komşuları yüzünden amacını gerçekleştirmekte zorlanmasının hikâyesi.

İsveçli yazar Fredrick Backman’ın ülkesinde hayli popüler olan ve başta ABD olmak üzere farklı ülkelerde de çok satan aynı isimli romanından uyarlanan İsveç yapımı bir film. Hannes Holm’un senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini üstlendiği film; ölüm, yalnızlık ve intihar gibi temaları sevimli bir hikâyenin temaları yapmayı başaran, kara mizahı ile hem üzen hem güldüren bir çalışma. 2017’de İsveç’in Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterdiği film zaman zaman gereğinden fazla popülerleşme çabasına giriyor ve amacının “kendini iyi hisset” demek olduğunu fazlası ile belli ediyor ama yine de belki işte tam da bu nedenle, kendinizi iyi hissettirmesi nedeni ile, izlemekte yarar var bu filmi.

Filme kaynaklık eden romanın New York Times’ta çok satan kitaplar listesine girmesi, filmin kendisinin bir İsveç filmi için ABD sinemalarında hatırı sayılır bir gişe geliri kazanması ve hikâyesinin tam da Amerikalıların hoşuna gidecek içeriği, başrolünde Tom Hanks’in oynayacağı bir yeniden çevrimin planlanmasına neden olmuş bile. Evet, Amerikalıların bayılacağı türden bir hikâyesi var filmin: Dramı da komediyi de ihmal etmeyen ve birini diğerinin önüne geçirmeden seyircinin ilgisini hep üzerinde tutan; hoşgörü, sevgi, dayanışma gibi seyircide kolayca duygulanmalara neden olacak kavramları gündeminden düşürmeyen bir hikâye bu. ABD sineması ve onun seyircisi umudunu yitirmeyi sevmez; daha doğrusu umudu hep diri tutmayı ister ve öfkelenmekten hoşlanmaz. Bilinçli bir öfke beraberinde sorgulamayı da getireceği ve bu da kurulu düzene karşı koymak anlamına geleceğinden, Amerikan sineması bunun yerine kişisel gelişim, dayanışma, iyi insanlar vs. aracılığı ile seyircisine sorunların hiç de üstesinden gelinemeyecek şeyler olmadığını söylemeye ısrarla devam eder. İşte filmin hikâyesi de bu sinemanın seveceği türden bir metne sahip olunca, Tom Hanks’e de yapımcılığını da üstleneceği bir film için ilham vermesi oldukça anlaşılır bir durum.

Film paralel olarak iki ayrı dönemini anlatıyor bize kahramanımızın. Kendisinin anlatıcı olarak da zaman zaman sesini duydğumuz gençlik bölümü ve şimdi elli dokuz yaşında olan adamın bugünkü hayatı. 43 yıldır çalıştığı -ve babasından devraldığı- işinden iki genç yönetici tarafından eline hediye olarak bir bahçe küreği verilerek çıkartılan adam, hep özlediği ve her gün ziyaret ettiği mezarına bir demet gül koyduğu karısına kavuşma planını uygulamaya koymaya karar veriyor. Ne var ki oturduğu siteye taşınan yeni bir çift (İsveçli bir adam, hamile olan İranlı karısı ve iki çocukları) onun bu planını bilmeden aksatıyorlar sürekli olarak. Tam bir düzen meraklısı olan, Volvo sahiplerinden nefret edecek kadar Saab düşkünü ve kurallara mutlaka uyulması gerektiğine inanan adam huysuz ama aslında çok iyi kalpli bir insan. Modern bir Hulusi Kentmen karakteri diyebiliriz kendisi için ki filmin özellikle “komşuların dayanışması” bölümünün gösterdiği gibi Yeşilçam’ın sevimli çalışmalarını hatırlatması ile de gayet uyumlu.

Gaute Storaas’ın filmin komedi ve dram dengesine uygun müziği eşliğinde anlatılan hikâyenin önemli başarılarından biri yönetmen ve senarist Hannes Holm’un trajik kaza sahnelerini sergilerken dahi çok ciddi bir şey anlatıyor havasına kapılmaması. Olan biten her şeyi hayatın doğal bir parçası gibi gösteriyor film bize ve açıkçası bunu yaparken samimiyeti de hiç ihmal etmiyor. Adamın intihar denemelerinden komşuları ile tüm ilişkilerine, filmin seyircisine hem hüzün hem de eğlence atmosferi sağlayabilmesi ve hep doğal görünmeyi başarması yönetmenin başarısının en önemli sırrı olsa gerek. Hepsini baştan terslemesine rağmen, hamile bir kadının, bir kedinin ve cinsel kimliğini açıklayınca evden ailesinin kovduğu bir eşcinsel gencin ona sığınması ve kadının bir sahnede kendisini eleştirmek için söylediği “Kimse her şeyi kendi başına halledemez, sen bile!” cümlesinin neden olduğu sorgulama ile seyircinin seveceği bir karakter bu kesinlikle. Adamın gençliğini oynayan Filip Berg ve yaşlılığını canlandıran Rolf Lassgård’ın farklı tarzları olan ama her ikisi de karakterin yaşına ve kimliğine uygun oyunları ile daha da çekici kıldığı bir karakter çünkü bu adam.

Hayli etkileyici çekilmiş bir kaza sahnesi (keşke bu sahne, komşuya anlatılan bir hikâye olarak karşımıza geldiği için temponun düşmesine neden olmasaymış), kahramanımız ile İranlı kadın komşusunun hayli farklı olan karakterlerinin çatışması üzerinden elde edilen çekiciliği (pek de yeni bir buluş değil bu elbette) ve bu kadını oynayan İranlı oyuncu Bahar Pars’ın canlı ve sevimli performansı ile de dikkat çeken film, Holm’un hikâyenin mekanizmasına uygun yönetmenliğinden de destek alıyor. Hoşgörü, dayanışma gibi önemli konularda yeni şeyler söylemiyor olsa da bu tanıdıklık duygusunu samimiyeti ile alt etmeyi başaran film, melodram ile komedi arasında kurulması zor bir dengeyi yakaladığı için de önem taşıyor.

(“A Man Called Ove” – “Hayata Röveşata Çeken Adam”)