Looking for Eric – Ken Loach (2009)

“Maçları özlüyorum. Tutuklanmadan dağıtabileceğin tek yer. Başka nerede arkadaşlarınla bağıra çağıra şarkı söyleyebilirsin?”

Hayatını Eric Cantona’dan aldığı yardımlar ile yoluna koymaya çalışan bir adamın hikâyesi.

Politik filmleri ile tanınan Ken Loach’un bu kez politikanın biraz geri planda kaldığı ama alt sınıflara ve yoksullara olan odaklanması ve futboldaki endüstrileşmeye değinmesi ile elbette politik göndermeleri eksik olmayan bir film. Sonuçta Thomas Mann’ın dediği gibi: “Her şey politiktir”. Bu kez daha kişisel bir hikâyeyi anlatan Loach sorumlu sinemacı tavrını bu filmde de bir kenara koymuyor ve bir yandan alt gelir gruplarındaki insanların içinde bulunduğu kıstırılmışlığı gösterirken diğer yandan da hikâyesini bir “halkın direnişi ve ortak mücadelesi” çözümü ile bağlıyor.

Odasındaki Eric Cantona posteri ile dertleşen bir adamın Cantona’nın posterden çıkıp hayatına girmesi fantezisi ile başlayan film, kahramanımızın futbol dünyasının bu ayrıksı futbolcusundan aldığı öğütler ile raydan çıkmış görünen hayatını toparlama çabasını ele alıyor temel olarak. Aldığı öğütler ve derslerin içinde elbette en çarpıcı olanı Cantona’nın futbol hayatındaki en unutulmaz anının attığı gollerden biri ile değil, verdiği mükemmel bir gol pası ile ilişkili olduğunu öğrenmesi oluyor. Filmin başında da belirtildiği gibi her şey Eric Cantona’dan gelen güzel bir pas ile başlıyor. Sonuçta kahramanımız da hem geçmişten gelen sorunlarını hem de yeni problemlerini aldığı ve verdiği güzel paslarla çözmeye soyunuyor. Finaldeki Cantona maskeli onlarca kişinin gösterdiği mükemmel halk dayanışmasının gerçekçiliği tartışmalı şüphesiz ama sonuçta film de bir fanteziye dayanıyor. Kaldı ki Loach’un da iyimser olmaya ve seyredene öyle hissettirmeye hakkı olsa gerek.

Geçmişte korku ve panikle aldığı bir yanlış karar ile hayatı dağılan postacı Eric, özgüven, karizma ve sevgi eksikliğini futbolcu Eric aracılığı ile kapatmaya çalışırken, hem etrafındakilerin sorunlarını gidermeye hem de yüzleşmekten kaçındıkları ile artık karşı karşıya gelmeye uğraşıyor. Bu çabasında en büyük desteği ise dostlarından (kapsamı büyüterek söyleyelim, halktan) alıyor. Tüm o kişisel gelişim, motivasyon saçmalıklarının değil insanın kendi içindeki gücün ve bu gücü halkın gücü ile birleştirmesinin önemini vurgulayan film belki bu açıdan biraz fazla iyimser, fazla pembe görünebilir ama günümüz sinemasının tüm o yapaylıkları içinde birilerinin insanı hatırlaması bile filmi seyretmek için yeterince geçerli ve anlamlı bir neden. Postacı rolündeki Steve Evets Loach filmlerindeki o gerçekçi tiplemelerden birini başarı ile canlandırıyor. Manchester sokaklarında görmeyi bekleyeceğiniz sıradan bir adamı mücadelesinde sizi yanına çekecek kadar keyifli ve gerçekçi bir biçimde getiriyor perdeye. Filmde kendisini oynayan Cantona ise oldukça tutuk ve zaman zaman posterdeki görüntüsünün daha canlı olduğunu düşünebilirsiniz. Postacımızın gençlik aşkı rolündeki Stephanie Bishop filmin öne çıkan bir diğer oyuncusu.

Endüstriyel futbola ve bu dönüşüm nedeni ile kulüplerin artık biz taraftarların yani halkın değil cebi dolu bir takım adamların malı haline gelmesinden duyulan mutsuzluğu yansıtmakta da oldukça başarılı olan film yarattığı nostalji duygusu ile tüm gerçek taraftarları hüzünlendirirken, sık sık gösterdiği futbolculuğu dönemindeki gerçek Cantona görüntüleri ile aynı taraftarları coşturmayı başarıyor. Ve yine film diyor ki bize, işte ne kadar kızarsa kızsın bu duruma bir taraftar içindeki o takım sevgisinin peşinden gitmeye devam edecektir çünkü takım hayatta değiştirilemeyen tek şeydir.

Vaftiz törenindeki panik atak atmosferini, polis baskınının korkutuculuğu ve sertliğini ve bir “goool” sesinin insanı nasıl geri döndürebileceğini etkili bir şekilde gösteren film Cantona’nın bazıları oldukça naif tavsiyeleri ile ilerleyen kahramanımız aracılığı ile her zaman sandığımızdan daha fazla seçenek olduğu iddiasını veya umudunu taşıyor. Futbola bir güzelleme havası da taşıyan film, futbolun tanımadığımız insanlara coşku ile sarılabildiğimiz ender yerlerden biri olduğunu da söylüyor bize. Diğer Loach filmleri kadar doğrudan, sert ve politik değil ama sıcak, keyifli ve umut veren bir çalışma. Evet, golleri güzel ve unutulmaz kılan güzel paslardır.

(“Hayata Çalım At”)