Bir Ölüm Bağışlamak – Marguerite Yourcenar

Fransız yazar Marguerite Yourcenar’ın 1939 tarihli kısa romanı. Alman yönetmen Volker Schlöndorff tarafından 1976’da sinemaya uyarlanan kitap, Rusya’daki 1917 devriminden sonra başlayan iç savaş sırasında Baltık’lardaki çarpışmaların ortasında geçen bir aşk hikâyesini anlatıyor. Aralarında adı konulmayan ve kendilerinin de dile getirmediği bir “yakınlığı” olan iki erkek subay ve bunlardan birinin kız kardeşi olup diğer erkeğe aşık olan bir kadın, romanın üç temel kahramanı olarak karşımıza çıkıyorlar ve kadının aşık olduğu adamın ağzından anlatılıyor olan biten. Yourcenar bu üç karakteri de tanıyan birisinin kendisine anlattıklarından yola çıkarak yazdığını ifade etmiş kitabı, 1962’de kitap için yazdığı ön sözde. Aynı yazıda hikâyeyi birinci ağızdan anlatmanın okuyucu üzerindeki etkileri üzerine olan fikirlerini de paylaşıyor okuyucu ile Yourcenar: “Bu yöntem, yazarın görüşünü yapıtın dışında bıraktığı, hayatıyla yüzleşmeye, bu hayatı az çok dürüst olarak anlatmaya, her şeyden önce de hatırlamaya çalışan insanı gösterdiği için…” diyor ama öte yandan “… gerçek itiraflar, ya, daha çok tekrara dayanan, ya daha kopuk, ya daha bulanık, ya da daha belirsiz itiraflardır” uyarısını yapmayı da ihmal etmiyor. Romanının konusunu dise şöyle özetliyor Yourcenar: “Bir Ölüm Bağışlama’nın kendisini veren kızla yan çizen delikanlı hikâyesini aşan esas konusu, aynı tehlikelere, aynı yoksulluklara katlanan üç insan arasındaki o nitelik ortaklığıdır her şeyden önce.”

Bolşeviklerle anti-bolşevikler arasındaki çarpışmalar sırasında Letonya’da geçiyor hikâye. İki erkek arasındaki duygusal düzeyde kalan yakınlık (ne fiziksele dökülen ne de dile getirilen bir yakınlık bu) üzerinden romanın anlatıcısı (erkeklerden biri) diğeri ile olan dostluğunu referans göstererek aşk ile dostluğu da kıyaslıyor şu cümlelerle: “Dostluk, her şeyden önce, kesin güven duymaktır; onu aşktan ayıran budur. Aynı zamanda saygıdır; başka bir varlığın bütün her şeyiyle kabul edilmesidir.” Fransız Akademisi’nin ilk kadın üyesi olan ve kendisi de eşcinsel olan Yourcenar’ın romanda bu durumu sadece kadının erkeğe olan aşkının “imkânsızlığı”nın kaynağı olarak kullanması dikkat çekici. Roman asıl olarak, duyduğu tutkulu aşk ve kendisini sunma arzusu karşılıksız kalan bir kadının trajedisine eğiliyor. “Seven insanın korkunç yalnızlığı”: Bir bölümün giriş cümlesi bu ve kadının yaşadıklarını da çok kısa ve vurucu bir şekilde özetliyor. Umutsuzca aşık olunan erkeğin kadına karşı olan umursamazlık, aldırmazlık ve hatta küçümseyişleri sondaki trajik finale sürüklerken hikâyeyi, Yourcenar birinci ağızdan anlatmasına rağmen anlatıcının karakterine uygun olarak “mesafeli” bir tutum takınmış ve romanın karanlık havası ile doğru bir tezat oluşturmuş bu tercih. Cinsel gerilimi ve çatışmayı ustaca anlatması, ana karakterlerden özellikle ikisinin psikolojilerini incelikle analiz etmesi ve karşılığı verilen/verilmeyen tutkuların yol açabileceği yıkımlar üzerine önemli bir roman bu.

(“Coup de Grâce”)

Rüya ve Kader – Marguerite Yourcenar

Fransız Akademisi’nin ilk kadın üyesi, Belçika asıllı Fransız yazar Marguerite Yourcenar’ın ilk kez 1938 yılında basılan ve orijinal adı “Les Songes et les Sorts” olan kitap yazarın 1930 – 1936 yılları arasında gördüğü rüyaları anlattığı bir çalışma. Rüya görme deneyimini bir şairin deneyimi ile, rüyaları anlatmayı anıları anlatmakla karşılaştırdığı önsözde, Yourcenar hem kitap boyunca inanılmaz detaylarla karşımıza getireceği rüyalarını bir anlamda gruplayarak özetliyor hem de rüyaların yorumlanması (Freud’a kimi eleştiriler getirerek) ve rüya görme deneyimi üzerine kimi düşüncelerini aktarıyor. Rüyalarından sonra kitabın son iki bölümünde kısa notlarla rüya hakkındaki düşüncelerine ve bazı yazarlardan yaptığı alıntılara yer veriyor yazar ve ardından kitabın sonraki baskılarına eklenen ve 1960’lı ve 70’li yıllardaki rüyalarını aktarıyor.

Bazıları sanki tek bir fotoğraf karesinden, bazıları ise birkaç fotoğraf karesinden veya bir başka deyişle bir fantastik filmin karelerinden oluşuyor gibi görünen rüyalarını kıskandıracak bir detayda anlatıyor Yourcenar. Kimi ortak temaları olan veya bazen birindeki karakterlerin diğerine taşındığı (“Solgun Kadınlar Evi” ve “Alacakaranlıkta Yol” başlıklı rüyalarda olduğu gibi) bu rüyaların “son derece gerçeğe uygun aktarımlarının… okura ilk bakışta basit anlatılar veya mensur şiirler gibi gelebileceği, gerçek gece maceralarını aktarmayıp rüyanın işleyişini taklit ettikleri izlenimini uyandırabileceği…” tereddüdü ile sonraki baskılarda önsöze eklemeler yapmayı tercih etmiş kendi ifadesi ile. Kitaba bir rüya güncesi olarak da bakmak mümkün ama en az bunun kadar doğru bir tanımlama yazarın kendi iç dünyasına veya kimi karanlık alanlara kendisi ile birlikte okuyucuya da götürdüğü bir yolculuğun anlatısı demek de doğru olabilir. Bunu derken yazarın özellikle Freudyen bakıştaki, rüyaların -çoğunlukla- cinsel semboller üzerinden yorumlanmasına karşı çıktığını ve bu bağlamda da bu yolculuktaki duraklarda karşımıza çıkan fotoğrafları ille de yazara ait bir gerçeklik ile ilişkilendirmenin gereksiz ve hatta anlamsız olduğunu unutmamak gerekiyor.

(“Les Songes et les Sorts”)