Frances Ha – Noah Baumbach (2012)

“Evli bir çift gibiyiz; konuşuyoruz, sevişmiyoruz”

Dansçı olmak isteyen New York’lu bir kadının hayalleri ve yaşadığı gerçekler arasında gidip gelen hikâyesi.

ABD bağımsız sinemasının önemli isimlerinden Noah Baumbach’ın yönettiği ve filme adını veren başrolü de üstlenen Greta Gerwig ile birlikte senaryosunu yazdığı film sinema tarihinin en “hoş” karakterlerinden birinin yaratıldığı, keyifli diyalogları olan, uçarı havası ile Yeni Dalga filmlerini hatırlatan ve kesinlikle ilgiyi hak eden bir çalışma. Gerwig’in her sahnesinde göründüğü film, Gerwig’in senaryoya da katıldığı düşünülürse onun ve Baumbach’ın ortak yapımı olarak da nitelendirilebilir. Sevmekten kendinizi alıkoyamayacağınız bir karakteri zenginleştiren oyunu ve her göründüğü anda saçtığı müthiş cazibesi ile Gerwig filmin kelimenin her anlamı ile yıldızı.

Baumbach’ın siyah-beyaz olarak çekmeyi tercih ettiği ve bu tercihi ile hoş bir nostalji havası da kattığı film gerek Frances karakteri gerekse diğer tüm karakterleri ile çok iyi yazılmış bir film öncelikle. Hikâyeye damgasını vuran elbette Frances karakteri ama diğer tüm karakterleri de ilginç kılmayı başaran ve kısacık süreleri olanlarının bile kendilerine özel hikâyesini seyirciye geçirmeyi başarabilen bir film karşımızdaki. “İlerlemiş” yaşına rağmen dansçı olma hayalinden vazgeçmeyen ama anlaşılan bu konuda çok da parlak bir yeteneği olmayan, içi dışı bir, yolunda gitmeyen hayatı üzerine düşünen ama çok da kararlı adımlar atmayan/atamayan, doğal ve sosyal bir karakter Frances. Hikâye onu yaşadığı farklı adreslerde (her bir adres değişikliği karşılaştığı bir olumsuz durumun sonucu meydana geliyor) takip ederken bize de seyri gerçekten keyifli anlar sunuyor. Baumbach ve Gerwig ikilisinin hüzün, komedi ve sıranlığın içindeki çekicilik ve saçmalık ile dolu bir hikâyeyi ortaya çıkarmaları en büyük başarıları olsa gerek. Baumbach kendi adına bu başarıyı zaman zaman özellikle Yeni Dalga döneminin Fransız filmlerini hatırlatan uçarı ve zarif bir mizanseni benimseyerek, Gerwig ise hemen hep üzerinde olan kamera karşısındaki zarif ve sıcak oyunu ile sinema dünyasında kalıcı olacak bir karakteri yaratarak daha da büyütüyorlar kesinlikle.

Filmdeki “Fransız” havayı yaratan sadece Naumbach’ın tarzı değil; kahramanımız bir Paris yolculuğu yapıyor (ama sinemanın romantik Paris klişelerinden çok uzak bir yolculuk bu) ve hikâye boyunca Fransız müziklerinden de epey nasipleniyoruz ki çoğu Georges Delerue imzalı bu müzikler sıkı ve keyifli bir nostalji havası da yaratıyorlar. Baumbach bu müziklerle de yetinmeyerek David Bowie’den Rolling Stones’a ve klasik müzik eserlerine kadar geniş bir yelpazeden de yararlanıyor ve görüntüler ile müziği hemen her zaman çok başarılı bir biçimde eşleştiriyor. Sırası gelmişken, görüntü yönetmeni Sam Levy’nin sadeliklerini yitirmeden veya bir başka deyişle “bakın ne muhteşemim” diye bağırmadan çok etkileyici olabilen siyah-beyaz görüntülerine de takdirlerimizi yollamamız gerekiyor. Benzer bir biçimde Jennifer Lame’in hem sahnelerin içsel dinamiğini başarı ile yansıtan hem de müziklerle uyumu mükemmel olan kurgusunun başarısının da altını çizmek gerekiyor.

Noah Baumbach filmde hayli keyifli pek çok sahne yaratmış ve hikâyenin bütünselliğini sağlayacak biçimde sahneleri birbiri ile akıllıca ilişkilendirmiş. Örneğin hayli iyi yazılmış, çekilmiş ve oynanmış bir sahnede Frances bir ilişkiden ne beklediğini anlatırken, bir başka sahnede onun bu anlattığına sıcak ve etkileyici bir gönderme yapılıyor. Yine aynı karakterin ailesinin yanına Sacramento’ya yaptığı yolculuğu anlatan sahne de -adeta özet geçer gibi bir havada çekilmiş olsa da- “basit mizahı” ile çok başarılı. Filmin en etkileyici anlarından birinde ise, Frances’in en yakın arkadaşı Sophie’nin bir gece sarhoşluğu sırasında söyledikleri ve bunun üzerinden kurulan hayallerin sabah nasıl yıkıldığını izliyoruz; hüzünlü, gerçekçi ve sıcak bir sahne bu. Greta Gerwig’in anne ve babasını gerçek hayattaki ebeveynlerinin canlandırdığı filmde başta Sophie’yi oynayan Mickey Sumner ve kahramanımızın bir ara aynı evi paylaştığı Benji’yi oynayan Michael Zegen olmak üzere tüm oyuncuların “sıcak bir amatörlük” dolu performanslarını da bu başarıların arasına eklemek gerekiyor.

Bir şeylerin değişmesi için planlı bir çabanın içinde olmaktan çok bekler gibi görünen bu eşsiz karakterin hikâyesinin sahiciliği bile kendi başına yeterli bu filme hak ettiği ilgiyi göstermek için. Baumbach filmi hayli şık bir şekilde ve kahramanının Ha soyadının nasıl oluştuğunu da açıklayacak biçimde kapatırken, o bittiğine ve karakterlerinin hayatına bir film süreliğine de olsa girmiş olmanın keyfini hissedeceğiniz filmlerden birine imza atıyor. İkinci yarısında hikâye bir parça sarksa da ve final bölümü bir parça hikâyeyi toparlama telaşının yaşandığını hissettirse de bir “kaygı dolu ama kaygısız hayat” hikayesi olarak, görülmeyi kesinlikle hak eden bir film bu.