Bat*21 – Peter Markle (1988)

bat21“Bugün birini öldürdüm; asker bile değildi. Üzerime geliyordu, onu durduramadım. Yapmak istemedim. Daha önce hayatımda hiç böyle bir şey yapmak zorunda kalmamıştım”

Keşif uçağı Kuzey Vietnamlılar tarafından düşürülen Amerikalı bir yarbayı kurtarma operasyonunun hikâyesi.

Vietnam Savaşı sırasında, 1972 yılında yaşanan gerçek bir kurtarma operasyonunu anlatan ve William Charles Anderson tarafından yazılan kitaptan Anderson ve George Gordon tarafından uyarlanan, Peter Markle’ın yönettiği bir ABD yapımı. Dört sinema filmi dışında kariyerini televizyon filmleri ile sürdüren Markle’ın bu son sinema filmi iki güçlü oyuncusu ile hikâyesini derli toplu bir şekilde anlatıyor ve 1980’lerde ABD’de muhafazakârlığın zirvede olduğu Ronald Reagan yıllarında çekilmiş olmasına ve Vietnam savaşı gibi hassas bir konuyu ele almasına rağmen, Hollywood normları açısından değerlendirildiğinde nerede ise tarafsız bir gözle bakıyor anlattıklarına. Özellikle, kendisinden üç yıl önce çekilen ve Vietnam’daki tutsak ABD askerlerinin kurtarılmasını anlatırken militarizmin doruklarında gezinen “Rambo: First Blood Part II – Rambo: İlk Kan 2” filmini düşünürsek, bu film nerede ise hümanist olarak bile görülebilir. Operasyonun gerçekleştirildiği bölümleri anlatan sahnelerindeki temposu ve aksiyonu ile ilgi çeken ama gerek bu bölümlerdeki gerek karargâhta geçen tüm sahnelerdeki zorlama diyaloglar ve sahneler ile zayıf görünümlü bir film bu. Bir ABD filmi olarak elbette bireysel kahramanlığın altını çizmekten geri kalmayan filmin beklendiği gibi, tarihsel gerçekleri “sinema heyecanı” ve ticari amaçlara uygun olarak zaman zaman değiştirdiğini de unutmayalım.

Bir takım önemli istihbarî bilgilere sahip olduğundan “düşman”ın eline geçmesi istenmeyen yarbayı kurtarmak için girişilen operasyonda, subayı kurtaran askerlerden biri gerçekte Güney Vietnamlı bir askermiş ama filmde böyle bir karakter hiç yer almıyor. Bu etnik karakteri dışlamış film, ama buna karşılık gerçekte de olduğu gibi operasyonun başarıya ulaşmasını sağlayan pilotun siyah Amerikalı kişiğini korumuş neyse ki. Anlatılan olaylar ise temel olarak gerçekle uyuşurken, heyecanı artıracak kimi yan öğelerin de eklendiği kuşkusuz senaryoya ama bu kadarına da bir Hollywood filmi için anlayış göstermek gerek. Uçağı vurulduğunda kendisi dışındaki tüm askerlerin öldüğü yarbayın birkaç gün boyunca kurtarılmayı beklerken yaşadıkları veya tanık olduklarında mutlaka eklemeler olmuştur. Örneğin ölümü göze alarak ve hatta Vietnam askerleri ile dalga geçerek yarbayın yerini söylemeyen Amerikalı askerin hikâyesi epey bir kahramanlık propagandası kokuyor.

Hikâyenin gerçek hayattaki kahramanı olan yarbay Iceal Hambleton kendisini kurtarmak uğruna onca Amerikan askeri öldüğü için çok üzgün olduğunu söylemiş bir röportajda. Senaryonun onun diğer askerlerin hayatları karşısındaki “değer”inin nereden kaynaklandığını (istihbarat açısından önemini) yeterince anlatamaması doğal olarak bir sorgulamaya neden oluyor seyrederken. Bunun dışında, Kuzey Vietnamlı askerlerin ortasında bir ormanda saklanarak ve kaçarak günlerini geçiren subayın onca telsiz konuşmasını bu kadar rahat yapması, kullanmak zorunda kaldığı silahın sesini hiç de dert etmiş görünmemesi ve düşman askerleri ile sık sık hayli yakınlaşması da gerçekçilik açısından tatsız bir duygu yaratıyor seyrederken. Ormanda karşılaştığı Vietnamlı bir çocuğun tanımadığı ve dönemin koşullarını düşünürsek nefret etmesi gereken bir adama öylesine yardım etmesi ise hümanist bir mesaj taşısa da pek inandırıcı değil açıkçası. Filmin Vietnamlılar’a bakışı ise hem aksiyon meraklısı milliyetçileri hem liberalleri memnun etmeye çalışacak bir şekilde “ortada” bir yerde duruyor. Vietnamlılar’ı yaralı askerleri (kendi arkadaşları da dahil) vurmaktan çekinmeyen, esirleri konuşturmak için her yolu deneyen bireyler olarak gösteren film, sonlarda genç bir Vietnamlı askeri oldukça dokunaklı sahnenin kahramanı yapıyor örneğin. Benzer şekilde, sonlarda, ölü Vietnamlı askerleri tarayan kameranın bir sempati bakışı taşıdığı da açık. Altı sürekli olarak çizilen “tuhaf ve kaba” bir dil konuşuyor Vietnamlılar filme göre, ama öte yandan -anlaşılan ABD’lilerin kullandığı kimyasal silah nedeni ile- yüzü tahrip olmuş bir Vietnamlı çocuğu göstermekten çekinmiyor film. Havacı olan yarbayın ilk kez doğrudan savaşın içine girmesinden (daha doğrusu uçaktan herhangi bir obje olarak gördüğü düşmanla ilk kez yüz yüze gelmesinden) kaynaklanan sorgulamalarını ve sivillerin tereddütsüz vurulmasını gçstermesini de filmin artı yönlerinin arasına eklemek gerekiyor. Burada sivilleri umursamadan vur emri veren subayın diğer başka sahnelerde olumlu olarak çizilmesi ise işte tam da filmin bu herkese yaranma çabasının bir örneği.

Uçaklar, helikopterler, bombalar ve patlamaların dozunda ve etkileyici olarak kullanıldığı aksiyon sahnelerinde hemen hiç aksamayan film, aksiyonun dışına çıkınca epey aksıyor ve pek iyi yazılmamış görünen sahneleri ile genellikle vasat bir görüntü sergiliyor. Bu sahnelerin diyalogları oldukça zayıf ve hikâyenin kimi anlarını açıklamak için zorlama ile yaratılmış bir görüntüleri var. Amerikalılar’ın klasik bir Hollywood yaklaşımı ile cesur ve esprili olarak resmedilmesi ve bireysel kahramanlık sahnelerinden kaçınılmaması da filmi sıradanlaştırıyor kesinlikle. İki başrolü oynayan Gene Hackman ve Danny Glover’ın oyunları filmin kimi sıradan sahnelerini de kurtaracak güçte neyse ki ve Christopher Young’un müziği de hikâyeyi kesinlikle akıllıca destekliyor. Her ne kadar bir Vietnam savaşı klişesi olarak kızıl bir gökyüzünde uçan helikopterleri gösterse de, Mark Irwin’in görüntü çalışması da özellikle operasyon sahnelerinde ve ormanda geçen bölümlerde hayli başarılı. Ve elbette, film Amerikalılar’ın Vietnam’da ne aradığı konusuna hiç girmiyor.

(“Yarasa 21”)