Şahmerdan – Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık’ın ilk kez 1940 yılında yayımlanan öykü kitabı. Dört öykü ilk kez bu kitap aracılığı ile okurla buluşurken, diğer on beşi daha önce çeşitli dergilerde yayımlanmış. Yazarın 1936 tarihli “Semaver” ve 1939 tarihli “Sarnıç”tan sonraki üçüncü kitabı olan çalışmada Sait Faik yine “küçük insan”ları (veya “alt sınıftan bireyler”i) odağına alıyor ve öykülerin bazında klasik anlayışı bir kenara bırakıp, başı sonu belli olan bir hikâye anlatmak yerine daha çok “gözlemlerin aktarılması” havasında bir içerik ve üslup ile çıkıyor karşımıza.

Kitapta yer alan öykülerde ada, deniz, balıkçılar, vapur vs. gibi ortak öğeler Sait Faik’ten bekleneceği şekilde yer alırken, yazarın insanı anlamaya çalışan ve seven yanı sıklıkla karşımıza çıkıyor. Bir insan güzellemesinden çok, insanı iyi ve kötü yanları, iyilikleri ve kötükleri ile ele alan içerikleri var bu satırların ve sıradan (ve yoksul) insanların ayakta kalma mücadelelerindeki tercihlerini yargılamaktan çok gözlemliyor ve bize aktarıyor Sait Faik. Doğrudan politik öğeleri olan ve “Bir Kadın” adını taşıyan öyküdeki karakterlerden biri olan şaire atfedilen şu satırlar yazarın insanı sevme ve anlama çabasının göstergesi olsa gerek: “Allahım, yarabbim. Ben insanları sevmek için azami gayretimi sarf ediyorum. Fakat niçin… Niçin her şey, bu yukarıda saydığım hayaletler gibi. Her şeyi iyi bulup, kapılarını bana sımsıkı kilitliyorlar?”

Kitaptaki “Çelme” isimli öyküsü ile “halkı askerlikten soğuttuğu” iddia edilerek askerî mahkemede yargılanan ve beraat eden (oldukça beklenmedik bir “isyan”ı anlatıyor bu öykü) yazarın burada yer alan on dokuz öyküsünün satır aralarında eşcinselliğinin (veya Mina Urgan’a göre biseksüelliğinin) izlerini görmek de mümkün; özellikle “Kaşıkadası’nda” adlı öyküde üzeri epeyce aralanan bir tavır var bu bağlamda ve diğer birkaç öyküde de yazarın erkek karakterleri ifade ediş şeklinde izini sürmek mümkün bunun. Doğrudan toplumsal sorunları değil, bu sorunlar karşısında alt sınıf insanlarının tavırlarını ve duygularını yansıtan öykülerin yer aldığı kitapta bu bireylerin kavgaları, öfkeleri, dostlukları, mücadeleleri ve korkuları yer alırken, zaman zaman hüzün de gösteriyor kendisini. Örneğin “Alt Kamara” isimli öykü, yaşlı bir adamın “açık pencereden uçup gitmesi”ni dokunaklı bir biçimde ele alıyor ve “Çöpçü Ahmet”te de tekrarlanan bir “geçip giden dünya” ve onu çaresizce seyretme hâlini aktarıyor bize.

Dünyanın seslerini duymadığı ama içlerinde koca ve özel dünyalar taşıyan sıradan insanları anlatan bu öyküler tüm Sait Faik öyküleri gibi okunması gerekli ve keyifli çalışmalar. Büyük olaylar veya gösterişli dünyalar yok bu öykülerde (hatta kimilerinde bir olay da yok) ama hayatın ta kendisi var.

Semaver – Sait Faik Abasıyanık

Bir kitabı yıllar sonra tekrar okumak her zaman ilginç bir deneyim oldu. Hem gerçek bir edebiyat eseri her okunuşunda doğası gereği zaten farklı duygu ve düşüncelere imkân vereceği için hem de okuyanın da her yeni okuma tecrübesine farklı bir insan olarak katılmasından dolayı zaman zaman uğranılması gereken bir durak bu “tekrar okumak”.

Yıllar önce bir solukta okuduğum “Semaver” adlı öykü kitabını onca zaman sonra tekrar elime almak ve yine nerede ise ara vermeden okuyup bitirmek çok keyifli oldu. Küçük insanların küçük öykülerinde gizli olan “doğal mucizeleri” tekrar hissetmek, hiç süslemeden yazılmış kısacık öykülerin sonsuz boşluklara açılan kapıları okuyucu içi nasıl eşsiz bir biçimde araladığını yeniden deneyimlemek çok hoş oldu benim için. İlk okuduğumda bende sadece iç acıtan bir hüzün bırakan ve kitabın da açılış öyküsü olan “Semaver”bugün tam tersine, bu hüznü yaratan gerçeklerin doğallığını ve ondan da önemlisi hayatın her şeye rağmen nasıl müthiş bir süreç olduğunu anlatması ile tekrar okumanın neden gerekli olduğunu da kanıtladı bana. Sait Faik’in kısa öykülerinde kocaman dünyalarını anlattığı karakterlerin sinemasal karşılıklarının hemen hiç üretilememiş olması ne büyük bir ayıp Türkiye sineması için.