That Evening Sun – Scott Teems (2009)

“Aptal değilim, Paul. Önümdeki yol ne uzun ne de dolambaçlı; kısa ve düz, zehirli bir ok gibi. Ama elimdeki tek şey bu ve onunla dilediğimi yapmayı hak ediyorum”

Yaşlı bir çiftçinin huzurevinden kaçarak tekrar çiftliğinde yaşama çabasının hikâyesi.

İlk romanını 1999’da 58 yaşındayken yayınlayan ve “The Long Home” adlı bu kitabı ile büyük ilgi toplayan ABD’li yazar William Gay’in 2002’de yayınlanan “I Hate to See That Evening Sun Go Down” adlı hikâye kitabına ismini veren hikâyeden sinemaya aktarılan bir eser. Kendisi de Tennessee’li olan yazarın bu bölgede geçen hikâyesini sinemaya uyarlayan, bu filmle ilk yönetmenliğini gerçekleştiren Scott Teems olmuş. Filmin 80 yaşındaki karakterini canlandıran ve o tarihte 84 yaşında olan usta oyuncu Hal Holbrook’un başarılı performansı ile öne çıktığı film hikâyesi ilerledikçe açılan ve düşebileceği, evinde yaşamak ve ölmek isteyen yaşlı adam klişesinden çoğunlukla uzak durmayı başaran ama zaman zaman düştüğü televizyon filmi havası ve belki hikâyeyi bir film süresine yayabilmek için eklenmiş gibi görünen kendi başına etkili ama filmin havasına katkıda bulunmayan“flashback” sahneleri gibi anları ile tam bir başarıya erişemeyen bir çalışma.

Scott Teems bu oldukça Amerikan, daha doğrusu Amerika’nın güney bölgelerine ait, görünen filmini country ağırlıklı ve çekici müziklerle karşımıza getirirken bir yandan yaşlılığı ve getirdiklerini inatçı bir karakter üzerinden sergiliyor, diğer yandan da farklı nesillerden iki erkeğin çatışması üzerinden yarattığı bir gerilimi hikâyesine yedirmeyi başarıyor. Bu iki erkeği oynayan Holbrook ve Ray McKinnon’ın etkileyici performansları ile çoğunlukla diyaloglar üzerinden üretilen gerilim filmin en önemli noktalarından biri olarak dikkat çekiyor. Benzer şekilde yaşlı kahramanımızın kendi yaşlarındaki komşusu ile verandada yaptığı sohbetler de yaşlılık üzerine anlamlı kareler izlememizi sağlıyor. Filme çok yakışan Michael Penn imzalı müzikler ve Rodney Taylor’ın bölgenin doğal güzelliklerini abartmadan yakalayan kamerası da Teems’in bu ilk yönetmenlik çalışmasını ilgiye değer kılan öğeler arasına girmeyi başarıyor ve seyredene de keyif veriyor kesinlikle. Hikâye ilerledikçe her iki erkeğin karşımızda yavaş yavaş tüm kişilik özellikleri ile birlikte netleşiyor olması ve karakterlerinin elle tutulur hale gelmesi de filme cazibe katıyor açıkçası. Başlarda ortalama bir televizyon filmi havasında başlayan ve bir yaşlı adam “trajedisi” izleyeceğimiz algısını yaratan film yavaş yavaş bu havadan sıyrılmaya başlıyor ve keşke tüm hikâye böyle kurulsaymış dedirtiyor seyredene. Dedirtiyor çünkü bu televizyon filmi havasından bu sonradan açılmasına rağmen bir türlü kurtulamıyor olması filmimizden tam bir keyif almamıza engel oluyor. Özetle zaman zaman kapıldığı ve başlarda iyice belirgin olan televizyon filmlerine özgü derinliksizlik, hem hikâyede zaten var olan hem de oyuncularının performansları ile kendisini her zaman olmasa da göstermeyi başaran derinliğin önüne geçiyor.

Yönetmen Teems’in kimi kurgu tercihleri de filme bir parça zarar vermiş görünüyor. Özellikle sıradan bir Amerikan filminde seyircinin üzerine duygusallığı boca etmek amacı ile rahatça kullanılabilecek flash-back’lere başvurması doğru bir seçim olmamış. Üstelik bu sahneler Holbrook’un güçlü oyununu da gölgeleyerek onun çarpıcı oyunu ile filmi taşıdığı noktayı geriye çekmeleri ile de dikkat çekiyorlar. Bu kusurları bir yana filme klişe duygusallıklardan çoğunlukla uzak durduğu ve baş kahramanını “sevimli ve zavallı yaşlı adam” olarak tanımlamadığı için hakkını vermek gerek. Ayrıca kahramanımızla çiftlik evinin sahipliği – ya da sadece onun- için çatışır görünen ama aslında çatışmayı kendi içinde yaşayan adamın da hikâyeye zenginlik kattığını eklemek gerek. Sert görünümlü ama bir yandan da çok kırılgan olan bu adam ile kahramanımız arasındaki ilişkinin ilerleyişi ve finali de zarif bir şekilde işlenmiş yönetmen Teems tarafından.

(“Akşam Güneşi”)