C’era Una Volta il West – Sergio Leone (1968)

“Mızıka çalarak etrafta dolaşan adam hakkında bir şey biliyor musun? Görmüşsen hatırlayacağın biri. Konuşmak yerine aletini çalmayı, çalması daha iyi olacağı zamansa konuşmayı tercih ediyor”

Mızıka çalan gizemli bir adam ve kötü şöhreti olan bir diğerinin dul bir kadını demiryolları şirketi için çalışan acımasız bir adama karşı savunmalarının hikâyesi.

Senaryosunu Dario Argento, Bernardo Bertolucci ve Sergio Leone’nin hikâyesinden Leone ve Sergio Donati’nin yazdığı, yönetmenliğini Leone’nin üstlendiği bir İtalya ve ABD ortak yapımı. Spagetti western türünün başyapıtlarında imzası bulunan, tüm kariyeri boyunca sadece yedi kurgu film çeken ve 1989’da hayatını kaybeden Leone’nin bu filmi yine ona özgü bir sinema dilinin izlerine sahip olsa da, örneğin o meşhur “Dolar Üçlemesi”den çok daha sakin; etkileyiciliğni sinemasının tüm unsurlarına sinmiş görkemden çok, dramatik ögelerinden alan ve bir kadın karakteri odak noktasına koyarak diğerlerinden farklılaşan ilginç bir çalışma. Yönetmenin kendisine ait dilinin -ne kadar farklılaşmış olursa olsun- yine ve iyi ki kendisini açıkça gösterdiği film, hemen tüm kalburüstü İtalyan western’leri gibi sosyal (ve / veya) politik bir meseleye değinmesi ile de önemli, tüm Leone yapıtları gibi mutlaka görülmesi gereken bir çalışma.

Filmin açılış sahnesi aynı anda hem tipik bir Leone filmi seyredeceğimizi söylüyor bize hem de usta sinemacının bu kez farklı bir dili tercih ettiğini. Yaşlı bir istasyon görevlisi ve temizlik yapan bir yerli kadın dışında kimsenin olmadığı bir tren istasyonuna üç tehlikeli ve vahşi görünüşlü adam gelir. Hiç konuşmazlar ama hareketleri ve vücut dilleri yerli kadının istayondan süratle gitmesini sağlarken, yaşlı adam da onlar tarafından kapatıldığı yerde korku içinde bekler. Gelecek bir treni ve o trenden inecek birini beklediklerini anlarız bu adamların. Leone hiçbir diyalog kullanmadığı bu sahnede seslerden hayli çekici bir gerilim yaratmış. Kuşların, dönen büyük bir çarkın, telgraf aletinin, damlayan suyun, havlayan bir köpeğin, kütürdetilen parmakların, sineğin, trenden yere atılan bir paketin, lokomotiften çıkan buharın ve tren düdüğünün sesi; bir süre sonra bunlara eklenen mızıkanın ve ardından da silahların sesleri ile bize neredeyse sıfır diyaloglu bir hikâye anlatıyor bu hayli uzun giriş sahnesinde yönetmen. Karakterlerin vızıldayıp duran sinekle veya damlayan suyla oynadıkları oyunla zenginleşen bu sahnede Leone yakın plan yüz çekimleri veya aniden görüntüye giren tren gibi tercihleri ile yine imzasını atıyor gördüklerimize kuşkusuz ama bu kez sesi ve sessizliği daha önce olmadığı kadar ana elemanı yapıyor filminin Kısıtlı diyaloglarda da spagetti western’lerde görmeye alıştığımız türden örnekler var yine bu açılışta (“Anlaşılan 1 at eksik getirmişiz”e cevap olarak verilen “Hayır, 2 at fazla getirmişsiniz” cümlesinde olduğu gibi) ama Leone açılışta temel olarak konuşmadan uzak durmayı tercih etmiş, tıpkı mızıkalı kahramanı gibi. Kısa süren ve 3 ölü ve 1 yaralı ile sonuçlanan bu sahneden, trenle gelecek bir kadını bekleyen bir baba ve üç çocuğunun olduğu bir başka sahneye geçiyor film ve cırcır böceklerinin sesi ve âni sessizliği ile, sesi yine önemli bir unsur kıldığı bir bölüm getiriyor karşımıza. Rüzgârın, havalanan kuşların ve patlayan silahların seslerini duyduğumuz bu sahne de ilki kadar etkileyici ve içeriği nedeni ile çok daha sert.

Hiç acele etmiyor Leone; tüm sahneleri tadını çıkara çıkara anlatıyor adeta ve karakterleri ve amaçlarını anlatırken hayli ağırdan alıyor. Evet, “yavaş” akan bir film bu ama bu yavaşlığı en hızseverin bile hissetmeyeceği bir şekilde oluşturmuş yönetmen. Demiryolu ve onunla paralel ilerleyen “kalkınma”nın hiçbir engel tanımayacağını ve bu ilerlemenin karşısında bireylerin hiçbir önem taşımadığını (kapitalizmin doğası gereği de tanıyamayacağını) anlatan hikâye spagetti western, hatta genel olarak western türünde seyrettiklerimizden çok daha kompleks. Karakterler ve amaçları, kimin “iyi” kimin “kötü” olduğu ve aralarındaki ilişkiler kendilerini hemen ele vermiyor. Bununla da yetinmiyor Leone ve o güne kadar kariyerinde tek bir film hariç hep iyileri canlandırmış olan Henry Fonda’ya hırslı ve zalim bir adamı oynatarak seyirciyi şaşırtıyor. Kısacası, bu tür filmlerde olduğunun aksine seyircinin hemen özdeşleşmesine özellikle engel oluyor Leone.

Filmde mızıkalı kahramanı Charles Bronson canlandırıyor. Müzik aletini çaldığı anlar çok gerçekçi görünmüyor ama filmin müziklerini hazırlayan Ennio Morricone’nin bu alet için yazdığı kısa melodinin hikâyeye çok yakışan ve aynı anda hem gizem hem gerilimi haber veren melodisi o kadar etkileyici ki rahatsız etmiyor bu durum. Oyuncunun performansı da hayli ekonomik ve kesinlikle aksamıyor ama Clint Eastwood’un karizmasını da arıyorsunuz doğrusunu söylemek gerekirse. Zaten rolde onu istemiş Leone ama kendisine artık spagetti western’ler dışında bir yol çizmek isteyen oyuncu kabul etmemiş teklifi. Cheyenne rolündeki Jason Robards, Frank rolündeki Henry Fonda, demiryolu şirketi patronunu oynayan Gabriele Ferzetti ve kocasından kalan arazi hikâyenin ana kavgasının nedeni olan dul kadını canlandıran Claudia Cardinale de rollerinin hakkını vermişler. Cardinale’nin karakterini hikâyenin ana unsurlarından biri yapmak kendisinin fikriymiş Bernardo Bertolucci’ye göre ve filmin bu özelliği ile de diğer spagetti western’lerden ayrılmasının kaynağı o olmuş demek ki. Açılış sahnesindeki üç kötü silahşörden birini oynayan Al Mulock’un çekimler sürerken, kaldığı otelin penceresinden ve üzerinde filmde giydiği kıyafetle atlayarak intihar ettiğini ekleyelim acı bir not olarak.

Açılış sahnesi ile Fred Zinnemann’ın 1952 tarihli “High Noon” (Kahraman Şerif) filmindeki tren bekleyen üç adama gönderme yapan Sergio Leone kendine has sinemasını daha sakin ve hatta belki de daha olgun bir biçimde sergiliyor burada. Çatışma sahnelerini kısa tutan (hatta birinin sadece sesini duyuyoruz) yönetmen, filmi aksiyon sahnelerinden mahrum tutmasa da çekiciliği sadece bunlar üzerine kurmamaya özen gösteriyor. Western’lerin önemli ögelerinden biri olan intikamı da ihmal etmiyor film ve mızıkalı adamın kişisel sırrını ve neyin peşinde olduğunu bu ögeyi etkileyici bir şekilde anlatarak (ve uzun süre de sır olarak tutarak) kullanıyor. Sonlara doğru tanığı olduğumuz kasabadaki uzun ve “sessiz” çatışma, tuzak ve yüzleşme sahnesi ile spagetti western’leri sevenlerin aksiyon beklentisini de -farklı bir şekilde de olsa- karşılamayı başarıyor.

Çekimleri İtalya’daki Cinecittà stüdyolarının yanı sıra ABD (Paramount Stüdyoları, Utah ve Arizona), Meksika ve İspanya’da gerçekleşirilen filmin hikâyesinin merkezinde, hızla ilerleyen kapitalizmle birlikte artan mülkiyet ve arazi spekülasyonu konusu da var. Filmin başlarında masum bir ailenin toptan yok edilmesini de sıradan insanların ve genel olarak halkın demiryolunun hem aracı hem sembolü olduğu kapitalizmin vahşi büyümesi karşısındaki konumunun resmi olarak değerlendirmek mümkün. Kuşkusuz bu içerik filmin politik bir hikâye anlattığını, daha doğrusu asıl derdinin bu olduğunu söylemek için yeterli değil ama spagetti western’lerin, yaratıcıları olan İtalyan sinemacıların politik eğilimleri ile de bağlantılı olarak, Amerikan sinemasındaki türdeşlerinden çok farklı yollara saptığını ve burada da bunun bir başka örneğini gördüğümüzü söylemek mümkün. Şiddetin kendisinden çok, onun öncesi ve bazen de sonrası ile ilgilenen Leone aksiyon sahnelerinin “koreografi”sindeki başarısı ile usta bir stilist olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Leone’nin “Dolar Üçlemesi”nde olduğu gibi burada da müzikler Ennio Morricone’nin imzasını taşıyor. Müzisyen de tıpkı Leone’nin sinema dilinde önceki filmlerine göre yaptığı değişiklik gibi, görkemin değil, dramatizmin peşine düşüyor ve hikâyenin atmosferine çok uygun düşen melodileri ile önemli bir destek sağlıyor yönetmene. Sadece mızıka için yazdığı ve o birkaç notadan oluşan melodi bile onun ustalığının çarpıcı bir örneğini sunuyor. Tıpkı yönetmenin sesle görüntüyü filmin her anında ustaca örtüştürmesi ve birlikteliklerinden çarpıcı bir sonuç elde etmesi gibi, Morricone de tutkuyu ve hırsı ima eden ama altını çizmeyen müzik çalışması ile benzer bir neticeye ulaşıyor.

Frank ile Morton karakterleri üzerinden ABD’nin değişimini de ele alıyor film. İlkinin temsil ettiği ve silahın asıl güç kaynağı olduğu dünya yerini ikincisinin temsilcisi olduğu ve asıl gücün para (sermaye) olduğu dünyaya bırakmıştır artık. Bir başka ifade ile söylersek, kovboyluk (burada en kötü yüzlerinden biri ile sergilenen hayat türü) yerini iş adamlarına bırakmaktadır ve hikâye boyunca bazı diyaloglar aracılığı ile de Frank’in bu yeni dünyaya uyum sağlayamadığının altı çizilir. Leone önceki filmleri ile epik hikâyelerini anlattığı dünyanın yerini bir yenisinin aldığını gösterirken, bir bakıma tarihsel kronolojiyi de izlemiş olur ve belki bu yüzden de bu filmin dili ve havası öncekilerden farklılaşır.

(“Once Upon a Time in the West” – “Batıda Kan Var”)

Giù la Testa – Sergio Leone (1971)

“Devrim mi? Lütfen bana devrimi anlatma! Devrimlerin nasıl başladığını bilirim ben: Kitap okuyanlar, kitap okumayanlara giderler ve”Değişim zamanı geldi” derler. Konu devrim olunca ne dediğimi bilirim ben. Kitap okuyanlar, okuyamayanlara giderler ve “Artık değişmeliyiz” derler ve yoksul insanlar da değişimi gerçekleştirirler. Sonra, kitap okuyan bu insanlar, büyük ve cilalı masalara oturururlar; durmadan konuşur ve yerler. Bu arada yoksullara ne olur? Çoktan ölmüşlerdir. İşte senin devrimin. Onun için bana devrimden söz etme! Sonra ne mi olur? Bu lanet olası şey yeniden başlar”

A.B.D.’ye kaçan IRA üyesi bir patlayıcı uzmanının ve Meksikalı bir çete liderinin Meksika Devrimi’ne bulaşan hikâyeleri.

İtalyan yönetmen Sergio Leone’nin senaryosuna da katıldığı ve yönettiği; İtalya, İspanya ve A.B.D. ortak yapımı bir spagetti western. Başrollerinde James Coburn ve Rod Steiger’in yer aldığı film belki yönetmenin “Dolar Üçlemesi” olarak bilinen filmleri kadar öne çıkmadı ve onlar kadar kült olmadı ama yine de türünün kesinlikle en ilgiye değer çalışmalarından biri olmayı başardı. Spagetti westernlerin hikâyelerinin olmazsa olmazı olan politik temalar burada bir alt metnin parçası olmaktan çıkıp, öne çıkan öğelerden biri oluyor ve -Leone’nin bir yandan politik “mesaj”larını vermeye, bir yandan da yapımcı MGM firmasının ticarî isteklerine uymaya çalışması nedeni ile hikâye zaman zaman aksıyor olsa da- ortaya seyri keyifli bir doğrudan politik film çıkıyor. İki baş oyuncusunun karakterlerinin kişiliklerine çok uygun performanslar verdiği, Ennio Morricone’nin müziğinin bu kez barok görkemi ile değil, zaman zaman mizahî tonları da içeren farklı havalarda koşturarak dikkat çektiği ve Leone’nin görüntü yönetmeni Giuseppe Ruzzolini ile birlikte hikâyeye hayli yakışan bir görsel çalışma ortaya koyduğu film eğlenceli ve keyifli bir politik macera özet olarak.

Film Mao’dan bir alıntı ile açılıyor: Onun devrimin bir akşam yemeği veya zariflik ve incelikle yapılacak bir iş olmadığını, devrimin bir sınıfın bir diğerini devirdiği bir şiddet hareketi olduğunu söylediği cümleleri ile sıkı bir giriş yapıyor filme Leone ve hikâye boyunca da politik cümleler kulağımıza çalınıyor ve hatta görsel olarak önümüze geliveriyor. Örneğin James Coburn’ün canlandırdığı İrlandalı devrimciyi (IRA üyesi olarak karıştığı olaylar nedeni ile A.B.D.’ye kaçmış bir adam bu) Rus anarşist devrimci Bakunin’in kitabını okurken görüyoruz. Bir başka sahnede köylü kökenli çete liderinin (Rod Steiger’ın canlandırdığı karakter) devrimlerin sonunda yine yoksulların acı çektiği söylevine tanık olunurken, bir diğerindeki diyalogda kapitalistler adları dile getirilerek lanetleniyor. Açılış sahnesinde ise bir posta arabasındaki zengin yolcuların ve rahibin (sembolü oldukları kapitalistler ve kilise kurumunun, daha açık bir ifade ile söylersek) yoksul bir köylü sandıkları adamı aşağılaması ve sonra başlarına gelen de yine filmin politik mesajının bir parçası kesinlikle. Bu kişilerin Meksika’daki toprak reformunu sert bir biçimde eleştirmesi ve iki ana karakterin dönüşümü de (biri devrimci bir kahraman olmanın değil, paranın peşinde olduğunu söylerken kendini çok farklı gelişmelerin içinde buluyor, diğeri ise Bakunin’in kitabını elinden fırlatmasına neden olan bir politik sorgulamaya girişiyor bir sahnede) benzer bir hedefin bir parçası kuşkusuz.

Filmin tüm bu politik öğelerine ya da bu öğelerin bu denli öne çıkmış olmasına karşın, Leone filmin türünün gereklerini de (biçimsel olanları dahil olmak üzere) yerine getirmekten geri durmuyor. Zum hareketleri ve kimi geniş plan çekimler, diyaloglara sık sık yansıyan bir mizah, bu mizaha eşlik eden görkemli değil ama yine de sesini duyuran bir müzik, karakterlerin birbirlerine oynadıkları oyunlar, kimi kamera hareketleri vb. filmde yerlerini almışlar açık bir şekilde. Açılış sahnesindeki ağızlara (hatta ağız içine!), dişlere ve gözlere odaklanan kamera örneğinde olduğu gibi kimi görüntü tercihleri açıkçası bir parça fazla altı çizili olmaları nedeni ile kaba duruyorlar. Yine aynı sahnede çete liderinin daha önce kendisini aşağılamış olan “zengin ve elit” kadına tecavüzü ve hatta kadının buna pek itiraz etmeyen görüntüsü de (burasını özellikle muğlak bırakmış Leone) açıkçası rahatsız edici bir hava veriyor filme kabalığı ve cinsel şiddeti destekler gibi duran yanı ile.

Morricone’nin filmin mizahına keyifle eşlik eden müziğinin de dikkat çektiği çalışmada, hikâyedeki İrlanda’da geçen üçlü aşk da hayli ilginç bir unsuru hikâyenin. İki erkek ve bir kadın arasında geçen ve üçünün de gayet mutlu göründüğü bu ilişkide, bir sahnede kadının her iki erkekle de öpüşmesi ve erkeklerin de bundan keyif aldığının görülmesi bir açıdan hayli radikal bir yanı hikâyenin, özellikle de Amerikan sinemasının sansürü ve filmin sonuçta bir Amerikan ortaklığı içerdiği düşünüldüğünde. İrlanda’da geçen sahnelerde Morricone’nin müziği gösterişi ve mizahı bir kenara koyarak, romantizme bürünürken, bu sahneleri yavaş gösterimle karşımıza getiren Morricone adeta bir aşk hikâyesi anlatmaya da soyunmuş görünüyor bu anlarda.

Rod Steiger ile yönetmen Leone, sonradan uzlaşmış olsalar da, çekimler boyunca sık sık Steiger’in performans tercihi nedeni ile tartışmışlar. Oyuncunun karakterinin kaba, gürültücü, komik ve inatçı yanına çok iyi uymuş görünen ve seyrederken keyif veren performansı bu tartışmaların/uzlaşmaların sonucu mu bilmiyorum ama abartıya hemen hiç başvurmadan gösterişli olmayı başarması ile doğru bir tercih. Buna karşılık James Coburn daha sade ve ekonomik bir oyunculuk gösteriyor ki o da yine karakteri için doğru kesinlikle. Her ne kadar çizgiler -olması gerektiği gibi- birbirine karışıyor olsa da, karakterlerden birinin devrimin düşünen diğerinin eyleme geçen tarafını temsil ettiğini veya birinin devrimi sistemi yıkarak gerçekleştirtmeyi, diğerinin ise sistemi yerine ne geleceğini umursamadan tahrip etmeyi hedeflediği bu iki karakter için doğru oyunculuklar var karşımızda sonuç olarak.

Leone’nin İspanyol ressam Goya’nın “Savaşın Felaketleri” adını taşıyan gravürlerinden esinlenerek çektiği infaz sahneleri, kameranın bir mağara içinde katledilen onlarca devrimcinin yüzünü tek tek taradığı plan, iki trenin çarpışma anı veya ihanetle yüzleşme gibi görsel yönden güçlü anları olan filmde, zalim Meksikalı albayın Gunther gibi Alman kökenli bir adının olması ve kendisinin de kıyafeti ve yüz hatları ile -filmlerde sıkça gördüğümüz- Nazi subaylarını hatırlatan mimikleri Leone’nin açık bir göndermesi olarak kendisini gösteriyor. Kadınların yan rollerde bile görünmediği bu “erkek hikâyesi”nde hem İrlanda hem Meksika devrimine ihanet edenlerin hep “okumuş” insanlar olduğuna da dikkat etmek gerekiyor.

Evet, bir parça dağınık bir film bu ve bunda tüm o politik öğelerle bir ana akım hikâye anlatmaya soyunmanın da etkisi olmuş ama filmden keyif almaya engel olmamalı bu durum. Hikâyedeki oyunların ve görsel tercihlerin tadına varmak, Steiger’in gürültüsü ile Coburn’ün sessizliği arasındaki zıtlıktan keyif almak ve spagetti western’in yaratıcısı İtalyan sinemacıların bu denli Amerikan olan bir kültürü ve yaşam tarzını, kendi ülkelerindeki politik tartışmaların metinleri ile besleyen bir sinemaya konu edinmelerine bir kez daha hayran olmak için görülmesi gerekli bir çalışma bu.

(“Duck, You Sucker”, “A Fistful of Dynamite”, “Once Upon a Time… the Revolution”, “Yabandan Gelen Adam”)

Per Qualche Dollaro in Più – Sergio Leone (1965)

“Aynı avın peşine düşen iki avcı, sonunda genellikle birbirlerini sırtlarından vururlar”

Her ikisi de ödül için kelle avcılığı yapan iki adamın aynı adamların peşine düşmesi ile yaşananların hikâyesi.

Sergio Leone’nin “Dolar Üçlemesi” (Diğer filmler: “Per un Pugno di Dollari” – “Bir Avuç Dolar” ve “Il Buono, Il Brutto, Il Cattivo” “İyi, Kötü ve Çirkin”) olarak bilinen filmlerinin ikincisi. İtalya, İspanya ve (Batı)Almanya yapımı olan filmin dış çekimleri spagetti western’lerin klasik mekânı olan İspanya’da gerçekleştirilirken, iç çekimler İtalya’daki Cinecitta stüdyolarında yapılmış. Epik havası olan müziklerin yine Ennio Morricone’nin imzasını taşıdığı film bir klasik spagetti western olarak mutlaka izlenmesi gereken bir çalışma. Üçlemedeki diğer iki film ile hikâye olarak bir bağlantısı olmayan çalışma, kimilerince üçlemedeki en “derin” çalışma olarak öne çıkıyor ama üç filmin de sinema tarihinin mutlaka görülmesi gerekir kategorisinde yer aldığı düşünülürse bunun çok da bir önemi yok açıkçası. Leone’ye özgü yakın planların, kamera kullanımı tercihlerinin ve elbette hikâyenin geri dönüşle anlatılan bir olaya bağlanması gibi unsurların doğal olarak yer bulduğu film bir klasik kuşkusuz.

Çok uzaktan yapılan bir çekimle açılıyor film: Ufak bir nokta gibi görünen bir atlıyı izliyoruz ve kameranın durduğu (dolayısı ile bizim de durduğumuz) noktada ıslık çalan ama görmediğimiz bir karakterin varlığını hissediyoruz. Sonra bir silah sesi duyuyor ve uzaktaki atlının düştüğünü görüyoruz. Ardından, barok bir müzik ve silah sesleri eşliğinde karşımıza açılış jeneriği geliyor ve şu ara yazı ile başlıyor hikâye: “Hayatın bir değerinin olmadığı yerlerde, bazen ölüm para ederdi. Ödül avcıları işte bu yüzden ortaya çıktı.” Lee Van Cleef ve Clint Eastwood’un canlandırdığı iki adam ödül avcılığı yaparak geçimlerini sağlıyorlar ve yolları kaçınılmaz olarak kesişiyor aynı hedefin peşine düştükleri zaman. Aralarındaki “çatışma”nın kişisel bir gerilim ve mücadeleye mi yoksa bir işbirliğine mi dönüşeceği sorusunu bir parça çabuk cevaplayan film sonrasında tipik spagetti western çekiciliği ile ilerliyor ve kendisini ilgi ile izletiyor. Hikâyenin kötü adamı olan Gian Maria Volonté’nin -Leone tarafından teatral olmakla eleştirilmesine rağmen- performansı ile öne çıktığı filmde oyuncu, karakterinin sorunlu psikolojik yapısını filmin türünün görkemli/barok gerekliliklerine uygun bir şekilde sergiliyor ve filmin ilgi kaynaklarından biri oluyor kesinlikle. Clint Eastwood üçlemedeki diğer filmlerde olduğu gibi yine “cool” bir tavırla oynuyor ve ağzından eksik olmayan sigarası ve sırtından hiç düşmeyen pançosu ile filmin vazgeçilmez bir öğesi olarak kendisini gösteriyor. Lee Van Cleef diğer iki oyuncunun performansının ortalamasını tercih etmiş sanki ve ne Eastwood kadar “soğuk” ne de Cleef kadar “sıcak” davranıyor ve daha geleneksel bir oyunculukla karakterini başarı ile canlandırıyor. Hikâyenin kötüsü ne kadar iyi olursa film de o kadar iyi olur ilkesi ışığında bakarsak, Volonté’nin karakterinin şeytansı kötülüğünün filmi tek başına bile hayli yukarılara taşıdığını söyleyebiliriz rahatlıkla. Filmde ünlü Alman oyuncu Klaus Kinski’nin de küçük bir rolü olduğunu hatırlatalım bu arada, hikâyenin kötü adamlarından biri olarak. Yine küçük bir rolde olan Joseph Egger’ın son filmi olan çalışma, artık ün kazanmışken ve henüz otuz yaşındayken ölen Peter Lee Lawrence’ın da ilk filmi olarak geçmiş sinema tarihine.

Leone’nin görüntü yönetmeni Massimo Dallamano ile birlikte ürettiği görsellik, üçlemedeki diğer iki filmde olduğu gibi yine doruk noktasında. Evet, üzerinde özenle çalışıldığı ve doğalın dışına çıkıldığı açık kimi sahnelerde ama başarılı bir spagetti western bunlarsız olmaz sonuçta. Tüm o yakın planlar, özellikle kötü karakterlerin yüzlerinden hiç eksilmeyen ter damlaları, gece yarısı yağmur altında kasabanın ıssız caddesinde sigara içerek yürüyen Eastwood’un görüntüsü ve vurulduğunda yere yerleştirilmiş kameranın tam önüne düşen adam gibi sahneler filmin biçimselliğinin bazı örnekleri sadece ve hikâye boyunca pek çok benzerine tanık oluyoruz bunların. Hikâyedeki adı Manco (İspanyolcada tek kollu veya bir kolu sakat gibi bir anlamı olan bu isim karakterin tek kolu ile döğüşür ve içerken, diğer kolu sürekli olarak pançosunun içinde ve silahının üzerinde hazır beklemesinden geliyor) olan Eastwood’un “cool” tavrının yansıdığı vücut dilinden dozunda tutulan zumlara ve kimi sahnelerdeki kurgu ve kamera oyunlarından (örneğin bir sahnede hızlı bir kurgu ile bir Lee van Cleef’in bakışlarını görüyoruz yakın planda bir onun baktığı bir “aranıyor” afişini) müziğin heyecanın ve gerilimin altını vurgulu bir şekilde çizmekten sakınılmamasına kadar beklenen her biçimsel öğe burada ve üstelik yine spagetti western’in bir başka olmazsa olmazı olan hikâyenin kimi karakteristik özellikleri ile: Evet, karakterler yine birbirlerine oyunlar oynuyorlar ve sadece fiziksel güçlerini değil kıvrak zekâlarını da yarıştırıyorlar, bu kez kötü adamın da katılımı ile. Oldukça kısıtlı şekilde olsa da, yozlaşma üzerinden bir sistem eleştirisi de var elbette hikâyede ve kendine özgü bir mizah da yerini almış. Her zaman sağlam değil bu mizah ama Çinli bir adamın iki baş karakterin ters yöndeki emirleri karşısında ne yapacağını şaşırdığı bölümde olduğu gibi eğlendirmeyi başarıyor seyirciyi.

Epik bir düelloyu yuvarlıklığı ile adeta bir ring havası verilerek taşlarla çevrelenmiş bir alanda sahneleyen Leone’nin “operatik” kelimesini hak eden mizanseninin damgasını vurduğu film, bir eleştirmenin dediği gibi gerçekten de “görkemli bir biçimde yağlı, terli, kıllı, kanlı ve şiddet dolu” bir spagetti western ve türünün pek çok klişesini birbiri ardına karşımıza getirmesine rağmen (ya da tam da bu nedenle) görülmesi şart olan bir klasik. Stilize olmanın tüm gereklerini fazlası ile karşılayan çalışma, İtalyan sinemasının Amerika’ya özgü bir türe yaptığı unutulmaz katkının örneklerinden biri olarak sinema tarihindeki yerini almış durumda.

(“For a Few Dollars More” – “Birkaç Dolar İçin”)

Per un Pugno di Dollari – Sergio Leone (1964)

per-un-pugno-di-dollari“Burada ya zengin olursun ya da öldürülürsün”

Birbirine rakip iki ailenin çekişmesi ve yönetimi altındaki kasabaya gelen bir silahşörün hikâyesi.

İtalyan yönetmen Sergio Leone’nin topluca “Dolar Üçlemesi” olarak adlandırılan filmlerinin ilki. İtalya, İspanya ve Almanya ortak yapımı olarak çekilen film, üçlemenin sonraki filmlerinin de (“Per Qualche Dollaro In Più – Birkaç Dolar İçin” ve “Il Buono, Il Brutto, Il Cattivo – İyi, Kötü ve Çirkin”) kahramanı olan silahşörün hikâyesini anlatırken türünün (spagetti western) özelliklerini başarı ile sergileyen ve bugün bir klasik hatta kült olduğu tartışılamayacak bir çalışma. Ennio Morricone’nin müthiş melodisi, Clint Eastwood ve -her ne kadar Leone oyununu gereğinden fazla teatral bulduğu için tartışmış olsalar da- Gian Maria Volonté’nin oyunları ve sinema tarihindeki yerini kalıcı olarak almış bulunan kimi sahneleri ve kareleri ile mutlaka görülmesi gerekli bir film bu. Sergio Leone’nin üçlemeye damgasını vuran biçimsel çalışması ve onun da aralarında bulunduğu isimler tarafından yazılan senaryonun çekici “basitliği” filmi ilgiye kılan diğer unsurlar.

Her ne kadar “adsız adam” olarak hatırlanıyor olsa da aslında bir adı olan ve burada da bir sahnede adı (Joe) ile çağrılan kahramanımızı canlandıran Clint Eastwood’un kariyerini parlatan bu filmde Eastwood yönetmenin ilk tercihi değilmiş aslında. Henry Fonda, istediği ücret çok olduğu için vazgeçilen James Coburn, “okuduğum en kötü senaryo” diyerek rolü ret eden Charles Bronson, Richard Harrison ve Eric Fleming ondan önceki seçeneklermiş ama rol sonunda Fleming’in önerdiği Eastwood’un olmuş. Sık sık üzerinde gördüğümüz pançosu, çekimler sırasındaki aşırı güneş ve setteki aydınlatmanın neden olduğu ama karakterine kattığı havanın tartışılamayacağı bir şekilde dış sahnelerde gözlerini kısarak bakması ve “cool” (hatta zaman zaman gereğinden fazlası ile cool) oyunu ile filmde hak edilmiş bir şöhrete imza atıyor Eastwood tesadüfler sonucunda kendisine kalan bu rolü ile. Filmin kötü adamlarının içindeki en kötü olan karakteri oynayan Gian Maria Volonté ise Eastwood’un tersine daha gösterişli bir oyun veriyor ve Leone rahatsız olmuş olsa da onun sakin oyununu dengeliyor bu şekilde ve bir spagetti western kötüsü olarak doğru bir tercihte bulunuyor. Volonté’nin tam bir solcu, Eastwood’un ise hayli muhafazakâr görüşlere sahip bir oyuncu olmasının ikilinin sette sıkı bir dostluk kurmasına engel olduğu çekimlerde uluslararası bir kadro yer almış ve Amerikalı, İtalyan, İspanyol, Alman ve Avusturyalı oyuncuların sette yer almasının neden olduğu dil problemi nedeni ile de sessiz çekilmiş film.

Iginio Lardani imzalı ve sadece kırmızı, siyah ve beyaz renklerin kullanıldığı basit bir animasyon ile açılıyor film ve silah ve dörtnala koşan atların seslerinin eşlik ettiği basit çizimler sert bir yalınlık sağlıyor filme daha açılışta ki bu tercih çok doğru olmuş film adına; bu şekilde, yalın ama güçlü bir görselliği olan bir hikâye ile karşı karşıya olacağımızı daha baştan söylüyor bize filmin yaratıcıları. Bir spagetti western olarak da bu sözünün arkasında tüm hikâye boyunca duruyor film ve Leone az sayıda da olsa kullandığı zumları, tuzağa düşürülen Meksikalı askerlerin tek tek vurulduğu bölümde olduğu gibi sahneleri altını çizerek ve uzatarak göstermekten çekinmemesi, gece karanlığında bir evin önünde bekleyen kovboyları gördüğümüz o müthiş fotoğraf karesinde olduğu gibi sahnenin atmosferini seyirciye anında geçirebilen görüntü tercihleri (görüntü yönetmenliğini üstlenen Massimo Dallamano’nun ve Federico G. Larraya’nın) başarısını takdir etmemek mümkün değil), kameranın vurulan bir adamın gözünden çekim yapması veya yaralı Eastwood’un intikam için ayaklandığı sahnede kameranın alttan çekimle onun heybetini yansıtması (evet klasik bir kamera açısı bu ama o sahneye çok yakışıyor kesinlikle) ile filme damgasını vuruyor kesinlikle. Dinamitin neden olduğu dumanın içinden pançosu ile çıkan Eastwood veya finaldeki düello sahnesinde yakın plan çekilen birbirine sertçe bakan gözler gibi spagetti western’in ve elbette Leone’nin alamet-i farikası olan unsurlar da filmin mizansen açısından türünden beklenen öğeleri başarılı bir şekilde karşıladığının örnekleri.

Senaryo orijinal olarak lanse edilse de işin aslı pek öyle değil; İngiliz eleştirmen Christopher Frayling hikâyenin üç kaynaktan esinlendiğini söylüyor: Akira Kurosawa’nın “Yojimbo” filmi (Kurosawa açtığı dava ile Leone’nin filminin kendi filminden esinlendiğini kanıtlayarak filmin gişe gelirlerinden pay almaya hak kazanmış nitekim), on sekizinci yüzyıl İtalyan yazarı Goldoni’nin “Il Servitore di Due Padroni – İki Efendinin Uşağı” adlı tiyatro oyunu ve Kurosawa’nın da esinlendiği söylenen Dashiell Hammett’in “Red Harvest” adlı romanı. Temel olarak tüm bu eserler birbirine rakip iki tarafa birden hizmet eden ve bu arada her ikisini de aldatarak kendi yolunu bulan bir karakteri anlatıyor bize burada olduğu gibi. Oynadığı oyunlar anlaşılana kadar iki tarafı da çok iyi idare eden ve sürekli para kazanan kahramanımızın bu özelliği hikâyeye çok yakışan bir mizah da getiriyor karşımıza ve Eastwood’un sakin oyununu küçük mimiklerle başarılı bir şekilde bozduğu bu anlar filme epey bir keyif katıyor.

Leone’nin besteci Morricone ile ilk kez bir araya geldiği bu film (Leone’nin daha sonraki tüm filmlerinde devam eden bir birlikteliğin başlangıcı olmuş bu) için Morricone’nin yazdığı ve dinler dinlemez kulağa ve dile takılan, ıslıkla çalınan melodisinin büyük keyif kattığı çalışmada “hem hızlı hem zeki” silahşörümüzün birbirine düşürdüğü iki aile aralarında çatışırken altınları aradığı sahnede olduğu gibi paralel kurgu ile yaratılan mizah filmin “eğlenceli” bir havaya da bürünmesini sağlıyor. Yönetmenin sonraki filmlerinde daha da olgunlaşacak olan karakteristik mizansenin daha ham hali ile kendisini gösterdiği çalışmada şiddetin dönemin Amerikan yapımlarındakinden daha açık ve fazla kullanıldığı da dikkat çekiyor. Kimi eleştirmenlerin çok doğru bir tanımlama ile ifade ettiği gibi “kirli” (karakterlerin yüzünde ve yakın planda sık sık gördüğümüz toz, çamur, kan ve terden dolayı) bir film bu ve bir western klasiği olarak kesinlikle görülmeyi hak ediyor ki bu yargı üçlemedeki tüm filmler için geçerli elbette.

(“A Fistful of Dollars” – “Bir Avuç Dolar”)