Hesaplaşma – Trevanian

Gerçek kimliği uzun süre bilinmeyen Trevanian adlı gizemli yazarın 1973 tarihli gerilim romanı. Aslında bir akademisyen olan ve en az beş farklı mahlasla farklı türlerde eserler veren Rodney William Whitaker’ın bu romanı kendisinin 1972’de yayımlanan ve büyük ilgi görerek sinemaya da uyarlanan (Clint Eastwood’un yönettiği ve başrolünde yer aldığı 1975 yapımı film) “The Eiger Sanction” (İnfazcı) adlı kitabının da devamı bir bakıma; daha doğrusu o kitabın kahramanı olan Jonathan Hemlock’un bu kez İngiltere’de geçen yeni bir macerası bu. CII adındaki Amerikan istihbarat örgütünde karşı-suikastçi olarak çalışan Hemlock “The Eiger Sanction”ın sonunda işinden ayrılır ama bu yeni macerada kendisini tuzağa düşürenlerin oyunu sonucu, terk ettiği kanlı ve karanlık dünyaya geri dönmek zorunda kalır. Genel olarak “İnfazcı”nın onun kadar parlak olarak kabul edilmeyen bu devamı, yine de Trevanian’ın kıvrak kalemi ve bu kez biraz kolay çözümler içerse de ilginç olay örgüsü sayesinde keyifle ve hızla okunabilecek bir eser.

Hem ilk eser hem bu devamı özellikle Ian Fleming’in Bond serisinde örneklerini bulduğumuz casusluk romanı türünün farklı bir bakışla ele alındığı eserler arasında yer alıyor. Bir anti-kahraman Hemlock ve Trevanian tarafından özellikle ikinci macerasında bir “Bond esprisi” olarak tanımlanmış. Hemlock CII’yi terk ettikten sonra onu hayatta tutan tek ilgisi olan sanat koleksiyoncusu olarak yaşarken, Birleşik Krallık’ın çok üst düzey yöneticilerinden bir kısmının karıştığı bir skandalın ortaya çıkmasını engellemekle görevlendirilir ve bu görevi kabul etmeye mecbur kalması için de tuzağa düşürülür. Hikâyenin kahramanı Max Strange adında bir Almandır ve İkinci Dünya Savaşı’ndan 28 yıl sonra da Batı sanatının “faşist ruhlu Alman” karakterleri eserlerinin kötüleri olarak kullanma tercihlerinin örneklerinden de biridir.

Kitabın Türkçe adında orijinal isminin karşılığının (“Loo” halk ağzında tuvalet anlamına geliyor) kullanılmaması anlaşılır bir durum belki ama seçilen “Hesaplaşma” adı pek doğru yansıtmıyor içeriği. Elbette bir hesaplaşma var eserde finalde çözülen ama hikâye onun üzerine kurulu değil kesinlikle. Trevanian’ın Hemlock’u Londra’nın tehlikeli atmosferinde korkunç bir örgütün içine soktuğu maceradaki hesaplaşma unsuru bir yana; kitap merak uyandıran bir girişle başlarken, yazarın güçlü kalemi de kendisini hemen hissettiriyor. Londra’daki St. Martin-in-the-Fields kilisesinin çatısında kazığa oturtulan bir adamın hissettiklerini anlatan bu girişten sonra, yazar kahramanı ile birlikte bizi istihbarat dünyasının kanlı ve herhangi bir etik değeri olmayan dünyasına sokarken, kötülerle kötülerin çarpıştığı bir maceraya ortak ediyor. Trevanian’ın kendi hayatından izleri ve düşüncelerini de yansıttığı bir kahramanın macerası bu. Hemlock modern sanatı aşağılayan, feminizmden liberalliğe uzanan pek çok akıma da sert eleştirileri olan bir karakter. Onun üzerinden, örneğin Jean-Luc Godard’ın sinemasını, modern resmi ve Alain Robbe-Grillet’nin romanlarını aşağılıyor net bir şekilde yazar ve “genç kadınların edepsizliği” ve “feminizmin yoldan çıkarıcılığı”na değiniyor sık sık, Londra’yı yozlaşmış bir şekilde tasvir ederken. “Modern ahlâk çarpıklığı” olarak tanımlıyor bu durumu yazar bir başka karakterin ağzından. Birleşik Krallık da anlaşılan yazarın pek sevmediği ve eski imparatorluk günlerinin gölgesine sığınmış bir devlet olarak gördüğü bir ülke.

Rod Whitaker adı ile yazdığı “The Language of Film” adlı bir eseri olan Trevanian bu alandaki bilgisini de Hemlock’un konferanslarda yaptığı konuşmalar üzerinden gösteriyor romanda. Yazarın gerçek kimliği romanın basılmasından 25 yıl sonra, 1998’de ortaya çıkmış ama işte burada olduğu gibi aslında eserlerinde çeşitli ipuçlarını sunmuş okuyucuya yazar. Her bir bölümü bir yer veya mekânın adını taşıyan ve canlı aksiyonu, renkli diyalogları ve rahat okunan bir dili olan roman, Amerikalıların “Airport Novel” (Havaalanındaki mağazalarda satılan türden, uçak beklerken ve seyahat boyunca hızla ve olay örgüsü için okunan ve çok derin karakterleri ve temaları olmayan romanlar) dedikleri türün önemli isimlerinden biri olan Trevanian’ın bu türü tarif etmek için kullanılabilecek eserlerinden biri bu. Belki bazı kolay çözümleri rahatsız edebilir ama sondaki sürprizinin de renklendirdiği ve keyifle okunabilecek bir Trevanian romanı özetle.

(“The Loo Sanction”)

Kasaba – Trevanian

Amerikalı yazar Trevanian’ın 1976 tarihli ve orijinal adı “The Main” olan romanı. Asıl adı Rodney William Whitaker olan ve gerçek adını 1998’e kadar gizleyen yazarın kitapları için seçtiği takma isimlerden biri Trevanian ve yazar bu ismi çalışmalarını çok beğendiği İngiliz tarihçi ve akademisyen G. M. Trevalyan’dan esinlenerek seçmiş. Bugün en çok 1979 tarihli kült romanı “Shibumi” ile hatırlanan yazarın “Kasaba” adlı bu romanı elli üç yaşındaki bir dedektifin bölgesinde işlenen bir cinayetin sırrını çözmeye çalışmasını anlatıyor gibi görünse de çok daha farklı alanlara da el atan ve karakterlerinin, özellikle de olayların geçtiği ve romana adını veren Montreal’in Main bölgesinin detaylı ve zengin portrelerini çizmesi ile dikkat çeken bir kitap.

Güçlü bir kurgusu ve dili olan roman bir polisiye ama gizemini uzun süre koruyabilen olay örgüsünden daha fazla belki de, başta Lapointe adlı dedektifimiz olmak üzere tüm karakterlerini özenle oluşturması ve tümünü sahici kılabilmesi ile öne çıkıyor. Yayıncı Tony Godwin’e ithaf ettiği romanının girişinde yazar Main’i ve onun birbirinden farklı karakterlerini ayrıntılı ve çekici bir dil ile tanıtırken, Montreal’in kozmopolit yapısı ve çok kültürlülüğünü de romanın ana öğelerinden biri yapıyor. Temel olarak İngilizce ve Fransızca ile birbirinden ayrılan farklı kültürlerin kaynaşarak veya çatışarak bir arada yer aldıkları şehrin ve romana adını veren semtin çok iyi bir resmini çiziyor Trevanian. Bu başarı da sadece kendi başına bir çekicilik kaynağı olmakla kalmıyor, aynı zamanda otoritesini bölgesindeki herkesin üzerinde hissettiren, görevini sokakta yapan ve bölgesindeki herkesi tanıyan, bürokrasiden nefret eden ve politik doğrucukla ve liberal yaklaşımlarla hiç arası olmayan baş karakterini anlayabilmek için gerekli olan atmosferi bizim de yaşamamızı sağlıyor. “Main’de olan herşeyin Lapointe’a ait olduğu” gerçeğinin herkes tarafından bilindiği bölgesinde başvurduğu yöntemler amirleri tarafından şiddetle kınansa da Lapointe bildiği yoldan hiç sapmıyor.

Lapointe karakterinin “eski”liği ile bir süre için onun yanına verilen genç ve akademi mezunu polisin “yeni”liğinin çatışması üzerinden de ilerleyen romanda yazar Trevanian’ın baş karakterinin yanında durduğu ve hatta onu sevdiğini hissediyorsunuz hemen her satırda. Şehrin ranta dayalı dönüşümü ile birlikte kaybolmaya başlayan geçmişinin bir parçası belki de Lapointe ve onun da yeni dünyada yeri ol(a)mayacağının hüznünü sürekli hissettiriyor okuyucuya. “Yeni” olanın da yardımı ile çözülen gizem, birden fazla karakterinin hüzünlü geçmişini ve bir saldırıda aldığı yaranın sonucu olan anevrizması ile sağlığı gittikçe kötüleşen kahramanımızın ruh durumunu çok iyi yansıtıyor ve Trevanian Main’i belki de kaçınılmaz bir biçimde gittikçe kötüleşen bir dünyanın alegorisini yaratmak için kullanıyor.

Çevrisinde kimi problemler var kitabın: Be My Guest” ifadesinin “Rahatına Bak” gibi çok daha uygun bir karşılığı varken, birebir çevrilerek “Misafirim Ol” denmesi; Lapointe’in ünvanı olarak teğmen kelimesi kullanılırken, bir başkasının İngilizcede “Captain” olan ünvanının yüzbaşı yerine kaptan olarak çevrilmesi; bir skandaldan olumsuz olarak etkilenmeden çıkmayı ve masum olarak görülmeyi ifade eden “come out smelling like a rose” deyiminin Türkçe karşılığının hiçbir anlamı olmayan “Bu işten gül kokuları ile çıkmak” olarak yazılması; pek çok okuyucu için sorun yaratacak ve başta Fransızca olmak üzere farklı dillerdeki kelime veya ifadelerin dipnotlarla açıklanmaması vs. Bu sorunlara rağmen Trevanian’ın güçlü dili ve onun neden popüler romanların yazarı olarak Zola (Lapointe da Zola okuyan bir karakter bu arada), Poe ve Chaucer ile karşılaştırıldığını çok iyi açıklayan zengin karakter analizi ile kesinlikle çok sıkı bir roman bu. Elinize aldığınızda bırakmak istemeyeceğiniz ve kitap bittiğinde kahramanını özleyeceğiniz türden bir roman ve okuyucuya kesinlikle keyifli satırlar sunuyor.

(“The Main”)