Evrenin Türküsü – Genrich Altov / Valentina Zhuravlyova

Sovyet mühendis, bilim adamı ve yazar Genrich Altov (gerçek adı ile Genrich Altshuller) ve yazar eşi Valentina Zhuravlyova’nın birlikte yazdıkları bir bilim kurgu romanı. Amerikalı ve İngilizlerin egemenliğinde kalmış görünen bir edebiyat türünün bu yazarlara göre en azından 1990 başlarına kadar daha az bilinen “Doğu Bloku” sanatçılarından ikisi olan bu karı kocanın ortak eseri olan kitap Sovyet bilim kurgu edebiyatının altın çağı olarak bilinen döneminin ilk örneklerinden biri. İlk kez 1960 yılında yayımlanan roman bilim kurgu eserlerinin çoğundan teması ile ayrılıyor ve eylemlerden çok insanlığın eyleme geçmesi gereken bir durumu anlatıyor. Okuyucuyu teknik detaylarla yormayan kitapta Altov (Stalin’in komünist parti içindeki “temizlik” döneminin kurbanlarından biri olarak dört yıl boyunca çalışma kampında kalmış bu yazar) ve Zhuravlyova Sovyet ideolojisinin izlerini taşıyan bir metin yaratmışlar ve bu bağlamda da sadece heyecanı değil, hatta onlardan çok düşünsel eylemleri öne çıkaran bir içerik ortaya koymuşlar birlikte.

Kısa giriş dışında üç farklı bölüme ayrılmış kitap ve her birinin başında kitabın içeriğine ve okuyucunun karşısına çıkarılan kavramlara çok yakışan birer alıntı yer almış: İlk bölüm Rus yazar Konstantin Paustovski’den bir alıntı (“Bu öykü, insanı diri tutan değerlerle yüklü. Coşkusuz biri okuduktan sonra omzunu silkecek. Güneşi bile karartabilen sözler edecek: “Bu öyküde olağanüstü ne var?” Coşkulu insanlar dişlerini sıkıp yollarını sürdürecekler”) ile başlayan “Kara Duman”. Bu bölüm uzayda yapılan yolculukların önündeki en büyük engellerden biri olan “toz bulutları”ndan alıyor adını. İkinci bölüm Sovyet şair ve yazar Ilya Selvinski’nin bir şiirinden alıntı ile başlıyor ve Sirius yıldızının gezegenlerinden birinde karşılaşılan dünya dışı bir toplumun adını (“Gerçeğin Özüne Erenler”) taşıyor: “Dünya’ya bir tanrı mı gerek / Yalnızca çalışmaktır mucizeleri yaratan / Çalışmak hayvanı insan eyledi / Bulanık içgüdüyü ”us”a dönderdi / Doruktan doruğa tarihi güdüp / Yoksulluğun yok edildiği bir toplumun / Ulu kapısına getirdi”. İnsan ile karşılaştığı yeni toplumun düzeninin farklılığına odaklanan bu bölüme çok uygun bir alıntı bu. Son bölüm (“İnsanlar ve Yldızlar”) Rus şair Leonid Martynov’dan bir alıntı ile açılıyor: “Biz / Fırtınalar yaratır / Koca ateş püskürmelerini oynaştırırız / Güneşin üstünde / İnsanın mayasındadır / Dolayındaki her şeyi yoğurmak / Yalnız değiliz boşlukta / Bütün gök varlıkları çeker birbirini / ve biliyoruz ki Dünya / Etkiler / Güneşlerin ve göklerin yazgısını”. Yazarlar burada da insanların (Dünya’nın) yeni karşılaştığı topluma elini uzatmasını anlatıyorlar bize, alıntının da önerdiği gibi.

Sırların çözüldüğü ve insanların uzayın her noktasına yolculuk edebildiği yıllarda geçiyor roman (ya da uzun hikâye). Dünyalıların “Birleşik İnsanlık” adı altında artık bir arada yaşadığı bu dönemin tarihinin -özellikle belirtilmese de- 2052 olduğu anlaşılıyor ipuçlarından. Bilim ve sanatın zıtlığı ve benzerliği bu eserin temalarından biri. Uzay gemilerini tasarlayanların Rönesans döneminin büyük sanatçılarına benzetildiği, mühendislerin eserlerinin nesnel ölçütlerle ve hemen değerlendirilebildiği ama sanatçıların eserlerine sadece zamanın kesin bir değer biçebildiğinin vurgulandığı ve hilkâyenin ana karakterlerinden birinin bilim adamı diğerinin sanatçı (bir heykeltraş) olduğu eser bu iki farklı/benzer dünyanın kavramlarını karşılaştırarak okuyucunun da bunların üzerine düşünmesini istiyor sık sık ve iş birliğinin gerekliliğini gösteriyor: “Gerçek şiir ve en yüksek bilim aslında tek ve aynı şeydir. Bilgide şiir var, şiirde bilgi. Bilginin de ozan gibi düş gücüne gereksinmesi var. İkisi de aynı şey düşünür: Yaşamın evrensel yasalarını” ve “Geleceğin insanı ozan ve bilgin olacak… geleceğin insanı bu iki kavramın bileşimi olan değerle yüklü olacak” ifadeleri sadece karakterlerin değil, onları yaratan yazarların da görüşleri kuşkusuz.

Hikâyede üzerinde durulan konulardan biri de dünya dışı varlıklara nasıl yaklaşılması gerektiği: Bu varlıkları ilk keşfeden karakterin -doğal ama kurtulmaya çalıştığı bir refleksle- onları dünyalıların değerleri ve kriterleri üzerinden tanımlamaya kalkışması ve dünyalılardan üstün mü yoksa geri mi olduklarını anlamaya çalışmasını kaçınılması gereken bir yaklaşım olarak gösteriyor yazarlar. Onların bu savını dünya üzerindeki her tür farklılığın yargılanması, eleştirilmesi ve aşağılanmasına bir cevap olarak da görmek gerekiyor. Bizim için doğru ve normal olanın bizim dışımızdakileri değerlendirmek için kullanılamayacağını güçlü bir biçimde vurguluyor Altov ve Zhuravlyova. Dünya dışındaki gezegenlerde daha önce bitki ve hayvanlarla karşılaşılmış olan ama “insan”larla ilk kez karşılaşılan bu hikâyenin ana teması bu dünyaların farklı bir gelişim ve evrim çizgileri izlemiş olması ve bunun sonuçları. Yeni dünya doğanın onlara sağladığı sonsuz olanaklar sayesinde hep “çocuk kalmış” ve ilerlemek ve gelişmek için hiçbir çaba içinde olmamış. Herhangi bir toplumsal düzene ihtiyaç da duymayan bu varlıklar yaşadıkları gezegenin sonunu getirecek tehlike karşısında da çaresizdirler bu nedenle. Kitap bu olgu üzerinden çalışmaya ve ilerlemeye övgü olarak yazılmış bir bakıma. “Çünkü her insanın yazgısı diğerlerinden ayrı ama insanlığın yazgısı bir: İlerlemek ve yenmek” denilen kitapta insanın keşfetmek ve hep daha ileriye gitmek çabası övülüyor ve doğal bir gereklilik olarak sunuluyor. Yazarlara göre insanı insan yapan da bu ve şimdi insan ulaştığı birikimi yeni “kardeşler”i için kullanacaktır. İnsanın geçirdiği evrim (biyolojik, düşünsel ve bilimsel) kitabın heyecanla savunduğu bir husus ve hatta yazarlar evrenin “mükemmel olmaması”na karşı çözümün de bu evrim olduğuna inanan bir insanlık sunuyor bize. Dünyalılar keşfettikleri gezegenlerin atmosferini değiştirmek veya onlara bir güneş armağan etmek gibi yöntemlerle evreni mükemmelleştirmek yolunda çalışmaktadırlar. Tanrı’nın kurduğu düzenin mükemmeliği bakışına zıt bir noktada duran ve Sovyet ideolojisinin de uzanatısı olan bir yaklaşım bu elbette.

Aşık Veysel’in “Ayrılık günleri geldi dayandı” türküsünün de adının geçtiği ve karşılaşılan varlıklara Sovyet Devrimi romanlarından biri olan Nikolai Ostrovsky’nin “Ve Çeliğe Su Verildi” kitabının verildiği roman sadece bir bilim kurgu olarak değil, bir fikir kitabı olarak da etkileyici olan ve yazarların yalın dili sayesinde rahat ve ilgi ile okunabilen ilginç bir edebiyat eseri bu.

(“Ballada o Zvozdakh”)