The Cooler – Wayne Kramer (2003)

“Ona seni seviyorum demen bana 1 Milyon Dolara patladı. Orada insanları “soğutması” gerekirken, senin yüzünden kasamdaki parayı eritiyor”

Las Vegas’ta bir kumarhanede kazanmakta olan insanların talihlerini tersine çevirmekle görevli bir “soğutucunun” aşık olması ile yeteneğini kaybetmesinin hikâyesi.

Güney Afrika asıllı Amerikalı yönetmen Wayne Kramer’ın 2003 tarihli filmi doğuştan şanssız olan ve etrafındaki herkese de bu şanssızlığı bulaştıran bir adamı anlatıyor. Kumarhanede şansı yaver gidenlerin yanına giderek onlara dokunması yetiyor bu “soğutucu” adamın ziyaretçilerin kazanmasını durdurması için. William H. Macy’nin baş rolünde olduğu filmin asıl yıldızı kumarhanenin patronu rolündeki Alec Baldwin ve onun oyunu filmin de aslında en değerli yanı. İlginç bir çıkış noktası olan film bir süre sonra sıradanlaşıyor ve gerek kapıldığı tekrarlarla gerekse zorlama bir takım gelişmelerle ilginçliğini kaybetmeye başlıyor.

Hikâyedeki kumarhane eski usul yöntemlerle yönetilen ve bu nedenle yöneticisi daha modern işletme tekniklerinin peşinde olan genç ortaklar tarafından sürekli sıkıştırılan bir adam. Onun eski yöntemlerinden biri olan “soğutucu” kullanımı da yine aynı ortaklar tarafından değiştirilmek istenen unsurlardan biri. Bu genç yöneticiler kumarhaneyi tamamen yıkıp yeni baştan ve daha modern ve gösterişli olarak inşa etmekten yaşlanmış şarkıcının yerine daha genç bir şarkıcıyı sahneye çıkarmaya sürekli olarak yeniliklerin peşinde. Hikâye bu eski ve yeni çekişmesini devamlı gündeminde tutuyor ve bu bağlamda soğutucu olarak çalışan kahramanımız da bu çekişmenin eskiyi temsil eden taraflardan biri. Bu anlamda bir bağlantı kurulabilir bir parça ama senaryo değişmekte olan dünyada kahramanımızın yerini onun asıl hikâyesi, yani doğuştan kör olan talihinin hayatına giren aşk sonucu dönmeye başlaması ile herhangi bir şekilde ilişkilendiremiyor ve film iki bağımsız hikâye ile ilerliyor zaman zaman.

Film William H. Macy’nin başarılı oyununu hoş bir numara ile destekliyor ve kahramanımızın değişimini akıllıca getiriyor görüntüye. Hikâyenin başında kendisine birkaç beden büyük kıyafetle dolaşan soğutucumuz aşk ile birlikte şansı dönmeye başladıkça bedenine daha uygun kıyafetler giymeye başlıyor ve sonlarda kıyafetleri üzerine tam olarak oturuyor artık. Bunun dışında, kahvesi için her krema istediğinde, kremanın bittiğini gören adamın aşktan sonra kremasına kavuşuyor olması da ilginç bir buluş. Ne var ki film bu değişimleri o kadar sık yapıyor ki bir süre sonra tekrara düşmeye ve etkilemek bir yana tahmin edilebilirliği ile rahatsız etmeye başlıyor. Gece ışıl ışıl bir Las Vegas görüntüsü ile başlayan film bu görüntüler dışında şehrin ve buradaki hayatın yapaylığını aktarmakta da başarılı değil ve sonlara doğru iyice yumuşayan anlatımı ile asıl derdinin sanki sadece iki kaybedenin aşkı bulmaları olduğunu söylüyor seyredene.

Kahramanımızın hayatına giren ve hem onun hem kendisinin hayatını değiştiren garson sevgili rolündeki Maria Bello işini hakkı ile yapıyor ama anlaşılan filme cazibe katmak için eklenmiş görünen kimi sahnelerdeki gereksiz erotizmden payını alıyor maalesef. Arada komediye de uğrayan ama karanlık bir film havasını elde etmeye çalışırken sonunda romantik bir drama yenik düşen filmi seyre değer kılan en önemli yanı ise Alec Baldwin’in oyunu; yukarıda sıraladığım kusurlarına ve yönetmen Kramer’in bir parça düz anlatımına rağmen filmi ilginç yapan da nerede ise sadece onun varlığı.

(“Vegas’ta Son Şans”)