Nothing Sacred – William A. Wellman (1937)

“Burası New York: Dünya gökdelen şampiyonu; şık dolandırıcıların ve çokbilmişlerin sahte altın külçe sattığı şehir; ve yeryüzünde gömülü gerçeğin yapay bir gözden çok daha sahte çıktığı bir yer”

Radyum zehirlenmesinden ölmekte olduğu teşhisinin yanlış olduğunu öğrenen bir kadının, ölümünün haberini yapmak isteyen gazetecinin New York davetini kaçırmamak için hasta rolü yapması ile gelişen olayların hikâyesi.

James Street’in “Letter to the Editor” adlı kısa hikâyesinden yola çıkarak senaryosunu Ben Hecht’in yazdığı, William A. Wellman’ın yönettiği bir ABD yapımı. Hecht’in baş erkek karakteri yakın arkadaşı John Barry Barrymore’u düşünerek yazdığı ama yapımcı David O. Selznick’in alkol problemi nedeni ile bu oyuncuyu ret etmesi üzerine projeden çekildiği filmin senaryosuna Budd Schulberg, Dorothy Parker, Ring Lardner Jr., Moss Hart, Sidney Howard, Robert Carson ve George S. Kaufman da katkı sağlamışlar adları jenerikte geçmese de. Sinema tarihinin tamamen renkli çekilen ilk “screwball komedi”si (kadın karakterin öne çıktığı, özellikle 1930’lu ve 40’lı yıllarda popüler olan bir romantik komedi türü) olan film başrol oyuncusu Carole Lombard’ın çok eğlenceli performansı ile keyif verdiği bir çalışma. Senaryosu hayli parlak anların yanında zaman zaman sıradan anlar da barındıran çalışma özellikle ikinci yarısında, artan temposunun da katkısı ile eğlendirmeyi başarıyor seyircisini.

Dönemin iki yıldız oyuncusunun (Fredric March ve sadece 5 yıl sonra henüz 33 yaşındayken bir uçak kazasında hayatını kaybeden Carole Lombard) baş karakterleri canlandırdığı bu eski usul Hollywood komedisi Ben Hecht’in gazetelere epey sataşan ve onların sahte haberlerini alaya alan hikâyesi ile ilgi çekiyor öncelikle. Sahtelik içinde sahtelik barındıran hikâye bu yazının girişinde yer alan ve açılışta dile getirilen sözlerin de vurguladığı gibi bu sahteliğin merkezi New York’u da alıyor hedefleri arasına ve sansasyon peşinde koşan bir medyayı ve toplumu hedef tahtasına koyuyor eğlenceli içeriği ile. Filmde ana karakterlerden yardımcı karakterlere herkesin bir yalanın, aldatmanın ve sahteliğin peşinde koştuğu hikâye komedisini de bu içeriğinden ve Carole Lombard’ın performansından alıyor çoğunlukla. Kadının New York’u gezme fırsatını kaçırmamak için, kadının doktorununun eski bir intikam hikâyesi için, gazeteci olan adamın daha önce sahte bir sultanla ilgili haber nedeni ile yitirdiği pozisyonu tekrar elde etmek için, gazetenin patronunun tiraj için, Avrupa’dan gelen doktorların para için; kısacası herkesin kendisine özel bir nedenle bulaştığı bir sahteliğin toplum için ne kadar “normal ve gerekli” olduğunu da gösteriyor film ve seyircisini kimi zaman güçlü kimi zaman ortalama esprileri ile keyiflendiriyor.

1954 yılında Norman Taurog yönetiminde ve Dean Martin – Jerry Lewis ikilisi ile “Living It Up” adlı yeni bir versiyonu da çekilen filmin hikâyede kadının “hastalığının” nedeni olarak gösterilen radyum zehirlenmesine yaklaşımı üzerinde ayrıca durmak gerekiyor. 1910’lu ve 20’li yıllarda (filmin 1937 yapımı olduğunu düşünürsek, oldukça yakın bir geçmişte) yaşanmış ve ölümlere yol açmış (daha açık bir ifade ile söylersek iş cinayetlerine neden olmuş) bir olayın komediye konu edilmesi problemli bir yaklaşım kuşkusuz. Dönemin “radyum modası”nın gereği olarak saat kadranlarını kendiliğinden parlayan radyum içerikli malzemelerle boyayan bu kadınların trajedisini doğrudan kullanıyor hikâye ve hatta saat fabrikasının olduğu kasabaya giden gazetecinin zehirlenen kadını aramaması için uyarılmasını da gösteriyor. Ne var ki Hecht’in senaryosu bu durumu -bir komedi kalıpları içinde de olsa- bir eleştiri konusundan çok, bir komedi kaynağı olarak kullanıyor tamamen. Kasabalıların gazeteciye kötü davranması da bu durumdan bağımsız bir yerel dil ve davranış şekli komedisine dönünüşüyor. Evet, eğlenceli bir komedi bu ama radyum kızlarınının trajedisinin üzerini de kaba bir şekilde örtüyor ne yazık ki.

Sahtelik vurgusunu sporun (eğer buna spor denebilirse) buna en yakın türü olan Amerikan güreşi ve Broadway’daki bir şov üzerinden de gerçekleştiren filmin bazı esprilerinin ve sahnelerinin zorlama olması veya hikâyeye uygunsuzluğu da dikkat çekiyor. Çocuğun cebinden çıkan sincap, hayli uzun tutulan bir Broadway şovu veya sondaki “Her yeri sel basmış” esprisinin örnek gösterilebileceği bu problemli yanlarına karşın kimi göndermeleri ve oyuncularının performansları ile durumu kurtarıyor film. Klasik bir Holywood oyuncusu olsa da modern tonlar taşıyan oyunculuğu ile Carol Lombard ve yardımcı rollerdeki Walter Connoly (gazete patronu), yer aldığı sahneye damgasını basan Maxie Rosenbloom (gazete çalışanı), Charles Winninger (kadının doktoru) ve Sig Ruman (Viyanalı doktor) komediyi zenginleştiren çalışmaları ile filme önemli birer katkı sağlamışlar kesinlikle. Dönemin ABD Başkanı Roosevelt’in balıkçılık merakı ve tutucuların komünizm korkusu gibi çeşitli olgulara göndermeleri de bulunan film, özet olarak klasik Hollywood’un -yeterince çok ve güçlü olmasa da- güldürmeyi ve eğlendirmeyi başaran komedilerinden biri.

(“Yalancılar Şahı”)

A Star Is Born – William A. Wellman (1937)

“Yapabilecek misin? Kalbini kırsa bile yapabilecek misin? Unutma, Esther; her gerçekleşen düşünün bedelini kalbinin kırılması ile ödemen gerekecek”

Ünlü bir oyuncu olmak hayali ile Hollywood’a gelen bir genç kadının ve aşık olduğu bu kadına yardım eden ama bu arada kendisi yavaş yavaş şöhreti yitiren alkolik bir erkek oyuncunun hikâyesi.

Hollywood’un çok sevdiği ve birkaç kez perdeye taşıdığı hikâyelerden biri. Senaryosunu William A. Wellman ve Robert Carson’ın hikâyesinden yola çıkarak, Dorothy Parker, Alan Campbell ve Carson’ın yazdığı ve yönetmenliğini Wellman’ın üstlendiği (jenerikte belirtilmese de kimi sahneleri Jack Conway yönetmiş) bu film “Bir Yıldız Doğuyor” filmlerinin ilki olarak yerini almış durumda sinema tarihinde. Hikâyesi hem gerçek birtakım karakterlerden hem de bir başka filmden (George Cukor’un yönettiği, 1932 yapımı “What Price Hollywood?”) esinlenen film daha sonra üç kez daha hayat buldu perdede: 1954’te George Cukor, 1976’da Frank Pierson ve 2018’de de Bradley Cooper tarafından aynı hikâye tekrar getirildi seyircinin karşısına. Bu versiyonların son ikisi diğerlerinin sinema dünyasında geçen hikâyelerini müzik dünyasına taşımıştı. Wellman’ın bu çalışması tam bir klasik Hollywood dramı (ve belki de melodramı) olarak öncelikle bu türden hoşlananların seveceği bir çalışma. Başrolleri paylaşan ve her ikisi de Oscar’a aday gösterilen Fredric March ve Janet Gaynor’ın da performansları ile yine bu klasik sinemayı çağrıştırdığı film Hollywood’a içeriden bakan ama bir eleştiriden çok, onun büyüklüğü ve önemine odaklanmayı tercih eden bir çalışma ve sinemanın “saf” günlerinden bir örnek olarak görülmeyi hak ediyor.

Hollywood ve o dünyanın unsurlarına odaklandığını vurgulayan bir şekilde açılıyor ve kapanıyor hikâye: Senaryonun ilk sayfasını açılışta, son sayfasını ise kapanışta gösteren film hemen tüm ana karakterlerini sinema dünyasından seçerek ve o dünyada olup bitenlerle ilgili bir hikâye anlatarak, Hollywood’un kendisine baktığı örnekler arasındaki yerini alıyor sinema tarihinde. Bu bakış, ne var ki, herhangi bir eleştiri içermiyor; ya da en azından bu parıltılı dünyanın gerçek yüzü ile ilgili önemli bir söylemi bulunmuyor film. Bunun böyle olmasında kuşkusuz o dönemde Hollywood’un görkemli zamanlarını geçiriyor olmasının ve bu dünyanın geniş halk kitlelerinin gözünde ulaşılması zor yıldızların yaşadığı bir ayrı evren olarak görülmesinin payı var asıl olarak. Hikâyedeki tüm dramatik ve melodramatik öğelere ve bir yıldız doğarken bir diğerinin batıyor olmasını anlatmasına rağmen, önemli olanın şov dünyası ve onun sürmesi olduğunun altını çiziyor finali ile film ve bir bakıma Hollywood’un kendisini aynada hayranlıkla seyrettiği örneklerden bir diğeri ve ilklerinden de biri oluyor.

Büyükannesinin dışında tüm yakınlarının, sinema hayranlığını ve büyük bir yıldız olma hayalini eleştirdiği genç bir kadının tek başına giriştiği bir mücadeleyi anlatıyor film bize temel olarak. Bu mücadele sırasında, alkol sorununun da etkisi ile yavaş yavaş ününü yitirmekte olan büyük bir yıldız çıkıyor karşısına ve bu tanışma anından itibaren kadın ve erkeğin şöhret çizgileri birbirine tam zıt bir yönde ilerliyor: Biri süratle büyük bir yıldız olurken, diğeri aynı hızla şov dünyasının dışına atılıyor. Sonuçta pek çok sinemasever “Bir Yıldız Doğuyor” hikâyesinin mevcut dört Amerikan versiyonundan birini izlemiştir büyük ihtimalle ve o nedenle bu hikâyeye de aşinadır. İşte bu hikâyenin William A. Wellman’ın elinden çıkma bu ilk versiyonu klasik döneme (özellikle 1930 ve 40’lı yıllar) ait bir Hollywood filminden ne bekliyorsanız onu bulacağınız bir çalışma. Sessiz sinema günlerinin henüz çok geride kalmadığı bu yıllarda bir yandan bu sinemanın kimi öğeleri hâlâ yaşarken, sesin henüz yeni olması nedeni ile filmler oldukça bol konuşmalı olurdu. Burada da örneğin Janet Gaynor’ın kimi sahnelerdeki oyunu sessiz sinemanın hafif de olsa izlerini taşıyor özellikle dramatikliğin arttığı sahnelerde ve pek çok sahnede konuşmalara hemen hiç ara verilmiyor.

Hollywood’un henüz bir “beyaz Amerikalı dünyası” olduğu günlerin bir örneği olarak, birisine hakaret anlamında “Indian devil (yerli (kızılderili) şeytan)”ifadesinin kullanıldığı ve bunun bir ırkçılık olduğunun hiç düşünülmediği zamanlardan gelen bir örnek olan film sonuçta bir dram örneği olmasına rağmen hikâyesine küçük mizah anlarının da başarı ile yerleştirildiği bir çalışma. Genç kadının karşısına çıkan ve kendisi de iş peşinde koşan yardımcı yönetmen karakterinin (bu karakterin hikâyeye girip sonra uzun bir süre ortadan kaybolması tuhaf bir seçim olmuş) hemen tüm sahneleri, kadının hizmetçi olarak çalıştığı bir Hollywood partisinde dikkat çekmek için birtakım pozlara bürünüp farklı aksanlar denemesi veya alkolik oyuncunun yine bu partideki kimi esprileri hikâyeyi zenginleştirecek ama dramatik yanına asla zarar vermeyecek şekilde başarı ile oluşturulmuş. Oscar’ı kazanan senaryo Hollywood kalıpları içinde oldukça iyi ve seyircinin ilgisini hep diri tutarken anlattığı parıltılı dünyanının ”sır”larını da seyircinin ilgisini çekecek şekilde sergiliyor. Buna karşılık, Gaynor’ın karakterinin hırslı ama acemi genç kızdan olgun bir kadına geçişi bir parça fazla hızlı gerçekleşiyor ve bir ikna edicilik sorunu hissettiriyor dikkatli bir seyirciye. Balayı sahnesinin hikâyeye hiçbir katkı sağlamadığını ve hatta amaçlanan mizaha sahip olmadığını da eklemek gerekiyor senaryonun kusurları arasına. Yine de hikâyenin seyirciyi içine soktuğu ihtişamlı dünyayı düşünürseniz, pek de dert edilecek problemler değil bunlar hedef kitlesi için.

Alkolik oyuncu karakterinin gerçek Hollywood yıldızları John Barrymore, John Gilbert ve John Bowers’tan, iki baş karakter arasında olan bitenlerin ise yine iki sinema oyuncusu Barbara Stanwyck ve kocası Frank Fay’in yaşadıklarından esinlenerek yaratıldığı söylenen film kimi sahnelerini de yine bu dünyada yaşananlara dayandırmış. Örneğin kadın oyuncunun hayranlarının cenaze törenindeki saygısızlıkları yapımcı Irvin Thalberg’in cenazesinde yaşananların, Oscar törenindeki sarhoşluk skandalı ise Janet Gaynor’ın 1928’deki Oscar töreninde kız kardeşinin neden olduğu skandalın hikâyeye yansıyan karşılıkları olarak değerlendiriliyor. İki baş oyuncusunun da klasik sinemanın oyunculukları açısından bakıldığında yeterli performanslar sergilediği rahatça söylenebilecek filmde Fredric March o döneme göre daha modern görünen ve karakterinin adım adım çöküşünü çok iyi yansıtan bir oyunculukla öne çıkıyor.

Oscar heykeline bakılarak ağlandığı, Hollywood’un ünlüler kaldırımının gururla sergilendiği, yapımcı karakterinin gerçekte olduğundan çok farklı ve adeta bir iyilik abidesi olarak çizildiği film, Hollywood’un -büyükannenin söylediği gibi- bedeli kalp kırıklıkları ile ödenecek bir cazibeli hayat vaat ettiğini dile getirse de aslında yine de bu hayattan yana koyuyor ağırlığını bir Hollywood güzellemesi olarak.

(“Bir Yıldız Doğuyor”)