Patron Duymasın – Zeki Alasya (1985)

Patron Duymasin“Susunuz Galip Bey ve söyleyeceklerimi dinleyiniz. Sen seks düşkünü, egoist, yalancı, ikiyüzlü, insanları ezmekten hoşlanan, sadist, asalak ve kötü bir faresin”

Aynı gün işe başlayan iki adamın işyerlerindeki zalim ve üçkağıtçı patronlarına karşı giriştiği mücadelenin hikâyesi.

Colin Higgins’in 1980 tarihli “9 to 5 – 9’dan 5’e” adlı filminden yapılan bu uyarlama (elbette izinsiz bir uyarlamadan söz ediyoruz), hikâyenin Zeki Alasya ve Metin Akpınar ikilisine göre şekillendirildiği ama orijinal filmin ana hatlarının korunduğu bir çalışma. Diğer Zeki – Metin filmlerine göre farklılaşabildiği anlar da işte bu orijinalinden aynen apartılmış görünen sahneler açıkçası. İkiliden Metin’in ve özellikle de Zeki’nin yine o klasik mimikleri ile oynadığı filmde oyunculuğu ile öne çıkan isim patron rolündeki Cihat Tamer oluyor. Kurgudaki ve hikâyenin devamlılığındaki kimi aksamalar ve Zeki Alasya’nın yönetmenliğinin sıradanlığı ile önemli bir film değil “Patron Duymasın” ama ikilinin filmlerinde ne ile karşılaşacağını bilenler ve bundan hoşlananlar için görülmeyi hak eden bir çalışma bu.

Hem gişede iyi bir kazanç sağlaması ile hem de başrol oyuncularından Dolly Parton’ın bestelediği ve söylediği, ve film ile aynı adı taşıyan şarkı ile hatırlanan Amerikan yapımının bu Türk versiyonunu orijinalinden beş yıl sonra Yalçın Yelence’nin senaryosu ve Zeki Alasya’nın yönetmenliği ile beyazperdeye taşımış Yeşilçam. İlk filmin kimi temalarını (kadın hakları, işyerlerinde kadınlara karşı uygulanan ayrımcılık ve yöneticilerin çalışanlara uyguladığı “mobbing” kapsamındaki davranışlar vs.) kadın karakterlerin tümünü erkeğe çevirince ve başrolleri de varlıkları ile oynadıkları tüm karakterlerin önüne geçen Zeki Alasya ve Metin Akpınar’a verince korumak mümkün olmamış elbette ve hatta daha ileri gidilip hikâyenin ruhuna aykırı olaylar ve sözler de yer bulmuş kendilerine bu izinsiz yeniden yapımda. Örneğin Metin’in kendisini aldattığından şüphelendiği ama doğrusunu öğrenmek için de çaba sarfetmediği kadınla olan ilişkisi tam anlamı ile cinsiyetçi bir yaklaşımın göstergesi. Yine Metin’in ağzından sık sık duyduğumuz “delikanlı adam” lâfı veya onun hikâyenin hemen başında bu kadına söylediği “Biz delikanlı adamız; başkasının artığı ile dolaşmak şanımıza leke sürer” gibi sözleri kabul edilebilir bir konuma oturtmak mümkün değil elbette. Finalde “çerkez tavuğu” üzerinden yapılan aile güzellemesini de bir başka örnek olarak göstermek mümkün bu anlaşılır ama hikâyenin ruhuna uymayan değişikliklere.

Yelence’nin senaryosu orijinal filmin Colin Higgins ve Patricia Resnick imzalı içeriğini yerlileştirirken (ve elbette Zeki – Metin’leştirirken) yukarıda bahsettiğim kimi unsurların yanında başka değişiklikler de yapmış. Örneğin Amerikan yapımında kadınlar esrarlı sigara ile kendilerinden geçerken burada onun yerini rakı alıyor veya ilkindeki domuz pastırması yerini sucuğa bırakıyor. Yelence’nin senaryosu bu “özen”i gösterirken keşke başka şeylere de dikkat etseymiş ve örneğin iki başoyuncusunun karakteristik özellikleri hikâyede tutarlılıklarını korusaymış. Meselâ Zeki’nin karakteri sakarlıktan ve çekingenlikten bir sonraki sahnede tam zıt kutuplara gitmeseymiş ya da hikâyedeki devamlılık sorunları çözülseymiş (sekreterin kendisinden sonra ofise gelen patronu, birisine “geldiğimde turp gibi masasında oturuyordu” diye anlatması gibi) diyebiliriz. Elbette tüm bunlar Yeşilçam’ın genel kusurları ve bu filme özgü olduğunu söylemek haksızlık olur.

Paldır küldür bir girişle başlayan (öyle ki herhalde filmin başı kesilmiş diye düşünebilirsiniz) film komikliğini karakterlerinden çok Zeki ve Metin’İn kendisinden almaya soyunduğu için kimi sahnelerde karşılaştığınız mizah sizi şaşırtamıyor; örneğin Zeki’nin teksir makinası ile yaşadıkları hayli zorlama bir mizah çıkarmış ortaya. Bu sahnede karakterin doğal bir sakarlığını izlemiyor, daha çok “şimdi Zeki sakar adam rolü yapacak” diye nerede ise anons edilen bir gösteriye tanık oluyorsunuz. Filmin en başarılı ve gerçekten güldüren sahneleri olan, kahramanlarımızın ve bir iş arkadaşlarının patrondan nasıl intikam alacaklarını hayal ettikleri anlar çarpıcılıklarını orijinal fillmden apartılmış olmalarına borçlular kuşkusuz. Vasat başlayan ve patronu kaçırma sahnesi ile birlikte artan temposu ve mizahı ile seviyesini yükselten film, bir Zeki – Metin filminden ne bekliyorsanız onu veren ve üstüne de orijinalinin kimi güzel yanlarını kopyalaması ile ilgi çekebilecek bir çalışma, özet olarak.

Cafer’in Çilesi – Zeki Alasya (1978)

caferin-cilesi“N’apalım, bizim işimiz bu. Ben içeceğim ki siz de içeceksiniz, o da kazanacak”

Yanlarında kaldığı yaşlı teyzesi ve eşinin uzun bir süre için kaplıcaya gitmesi ile yalnız kaldığı büyük köşke askerlik arkadaşının yerleşmesi sonucu başına olmadık işler açılan bir adamın hikâyesi.

Zeki Metin ikilisinin 1978’de çektikleri ve yönetmenliğini de Zeki Alasya’nın üstlendiği bir film. Ahmet Üstel’e ait olan senaryo bu ikilinin filmlerinde görmeyi beklediğiniz her şeyi tekrarlayan ve belki çok da orijinal olmayan bir çalışma ve Alasya da yönettiği bu üçüncü filminde vasat bir mizansen anlayışı koymuş ortaya. Yine de özellikle köşkün içinde geçen ve vodvili andıran son sahneleri ile güldürmeyi başaran ve eğlendiren bir film.

Pembe Panter’in Henry Mancini imzalı müziği başta olmak üzere ve yerli ve yabancı pek çok eserin tek bir sessiz an bırakmamacasına hoyratça kullanıldığı film elbette öncelikle ve belki de tek dayanak noktası olarak Zeki Alasya ve Metin Akpınar ikilisini alıyor kendine. Onların doğal uyumu, sevimli saflıkları ve belki onlarca filmde tekrarlanmış ve sonra da tekrarlanacak olsa da mimikleri, 1970 ve 80’li yıllarda belli bir seyirci ilgisini garanti ediyordu yapımcılara. Dolayısı ile filmler de konusu veya sinemasal düzeyinden çok bu ikilinin performanslarının ne kadar sıcak olduğu üzerinden açıklanabilecek bir sonuca sahip oluyordu. Burada da Ahmet Üstel’in senaryosu hikâyeyi pek de dert etmiyor ve ikilinin oyunları ile öne çıkacakları sahneler yaratmanın peşine düşüyor sadece. Böyle olunca da hikâye bir tutarsızlıktan diğerine atlıyor veya karakterler izahsız, yumuşatarak söylersek izahı yeterli olmayan, değişimlere uğrayabiliyorlar. Örneğin hikâyenin başında saf Zeki’nin aksine, kurnaz bir karakter olan Metin süratle karakter değiştirip arkadaşı kadar saf ve masum oluyor. Karakterlerin hikâyelerini birbirine bağlayabilmek ve anlattığını toparlayabilmek adına hayli zorlama tesadüflere başvurmaktan da sakınmıyor filmimiz.

Pavyonda “Dilek Taşı”nın söylendiği, Nilüfer’in “Ne Olacak Şimdi” şarkısının kulaklara çalındığı ve bakkalların veresiye defteri tuttuğu yıllarda geçen filmde dönemin erotik sinemasının yıldızı Zerrin Egeliler de konuk oyuncu olarak yer almış ve bir pavyon şarkıcısı rolünde, sinemadaki asıl kariyerinde canlandırdıklarından daha “hanım” bir karakteri getirmiş karşımıza. Alasya’nın filminde bir kısmı prodüksiyonun zayıflığından kaynaklanmış görünen kimi kurgu ve mizansen problemleri de var açıkçası. Hikâyedeki onca farklı karakteri vs. akıcı bir şekilde ilerletebilen bir tempo ortaya koyamamış Alasya, sinemadaki bu üçüncü yönetmenlik çalışmasında. Metin Akpınar ve Zeki Alasya’dan ne bekliyorsanız onu bulacağınız ve bu anlamda belki şaşırmayacağınız ve aksine tanışıklığın verdiği sıcaklıktan muhtemelen mutlu olacağınız filmde kimi yan karakterleri canlandıran kadın oyuncuların vasat bir performans gösterdiklerini de söylemek gerekiyor. Keşke son bölümde köşkün içinde geçen hareketli ve eğlenceli bölümün temposu, komedisi ve çekiciliği filmin tümünde gösterilseymiş diyebiliriz ama yine de sonuçta bir Zeki Metin filmi işte, seyredip eğlenmek ve unutmakta bir sakınca yok.