The Charge of the Light Brigade – Tony Richardson (1968)

the charge of the light brigade“Şu an yorgun, zayıf, biçare ve hasta Türkiye bana göre daha çok, savunmasız, güzel, alımlı bir genç kız ve her an zalimlerin eline düşebilir. Türkler iskâmbil kağıdından kuleler gibi yıkılacak olursa, nehirlerimizde Ruslar gezmeye başlayacak, her yeri Ruslar saracak, gemileri ve askerleri ile ülkemizi mahvetmeye gelecekler”

Kırım savaşında Sivastopol’u ele geçirmek için Rus ordusuna karşı saldırıya geçen bir “hafif süvari alayı”nın hikâyesi.

Charles Wood’un senaryosundan Tony Richardson’un çektiği bir İngiliz filmi. Talihsizliklerle ve yaratıcıları arasındaki anlaşmazlıklarla sinema tarihinde yerini alan film, alaycılıkla ciddiyet arasında yerini belirleyememiş görünen ve bugün bir parça eskimiş duran bir çalışma. Richard Williams imzalı ve hem açılışta hem de hikaye sırasında zaman zaman karşımıza çıkan animasyonların hayli başarılı olduğu ve hatta filmin en ilginç anlarının çoğunun sahibi olduğu film İngiliz sinemasının o dönemdeki başarılı oyuncularını karşımıza getirmesi ile de dikkat çekebilir. Aslında hayli trajik olan ama filmin çeşitli nedenlerle pek iyi değerlendiremediği gerçek hikâyesi nedeni ile de görülmeyi hak eden bir film yine de.

Filmin ilk senaryosu, daha önce “Look Back in Anger” ve “The Entertainer – Sahte Tebessüm” filmlerinde yönetmen Tony Richardson ile çalışmış olan John Osborne tarafından yazılmış ve bu ilk senaryo kısmen İngiliz tarihçi Cecil Woodham-Smith’in “The Reason Why” adlı kitabından esinlenmiş. Richardson’un senaryonun yeniden yazılması isteğini Osborne reddedince işi Charles Wood devralmış. Bu talihsizliğin arkasından, bir dublörün kendisini çekime fazla kaptırıp birkaç atın ölümüne neden olması, başroldeki David Hemmings’in setteki huysuzluğu (ki bu huysuzluğu ve filmin ticari başarısızlığı kariyerine ciddi bir zarar vermiş), savaş sahneleri Türkiye’de çekilen filmde görev alan ve çoğu asker olan Türk figüranların bölgedeki köylülerle sözlü atışma ve hatta fiziksel kavgaya varan tartışmaları ve filmin can alıcı sahnesinin çekimleri sırasında askerlerin NATO tatbikatına katılmak için çağrılması nedeni ile elde çok az figüran kalması gibi başka sorunlar da yaşanmış. Çekildiği tarihte en yüksek bütçeli İngiliz filmi olan yapım, Tony Richardson’un o tarihte film eleştirmenlerine olan kızgınlığı nedeni ile eleştirmenler için ön gösterim yapılmadan çıkarılmış piyasaya ve dönemin ünlü sinema dergilerinden “Films and Filming” film için herhangi bir eleştiri yayınlamamış bu nedenle (“Davet edilmediğimiz yere gitmeye çalışmayız” diye ifade etmiş protestosunu dergi). Yapımcı şirketin filmin kurgusuna ciddi olarak müdahalede bulunması da filmin bir başka talihsizliği olmuş ve Türk hükümetinden çekim izni alabilmek için araya Amerikalı ve Fransız diplomatları sokarak yıllarca uğraşmış bulunan Tony Richardson’a bir darbe de onlar vurmuşlar.

Evet, bir talihsiz film karşımızdaki ama kusurlarının tümü bu talihsizliğinden kaynaklanmıyor. Yüzlerce askerin ölümü ile sonuçlanan saldırının başarısızlığının arkasında iç çekişmeler, kişisel “iktidar kavgaları”, yeteneksizlik, beceriksizlik, tecrübesizlik gibi çok ciddi sorunlar var ve film bunu sık sık da vurguluyor ve trajik bir sona giden saldırının suçlusunun kim(ler) olduğunu çok net biçimde işaret ediyor ama bunu yaparken takındığı sarkastik tavır bu işaret etmenin ve daha da önemlisi trajik sonun etkileyiciliğini azaltıyor. Gencecik insanların ölümüne neden olan askeri ve sivil yöneticileri eleştirisinin odağına alan ve onlara elinden geldiğince vuran bir hikayenin pek de başarılı olmayan bir mizaha başvurmasına hiç gerek yokmuş kesinlikle. Hikâyeye -üstelik tarihsel gerçeklere de uymadığı söylenen bir biçimde- gazeteci kadınla bir İngiliz komutan arasındaki ilişkinin ve ne anlatılana ne de karakterlere herhangi bir katkısı olan bir yasak aşkın eklenmesi de yanlış bir seçim olmuş.

Filmin kaçırdığı fırsatı bize çok iyi anlatan kimi bölümler var ki aslında sadece bu sahneler bile tek başlarına filmi görmek için yeterli bir sebep oluşturabilir. Süvari alayının tembel subaylarını gösteren kısacık bir sahne (görüntü yönetmeni David Watkin’i alkışlamalı bu kareler için), askerlerin yürüyüş sırasında yakalandıkları salgın hastalıktan birer birer düşmeleri veya Hemmings’in karakterinin vurulduğu sahne filmin gereksiz sarkastik yaklaşımı ve hikâyedeki fazlalıkları bir kenara bırakmış olsa ortaya koyabileceği başarı hakkında bize epey fikir veriyor. Filmin Richard Williams tarafından hazırlanan animasyonları ise hikâyenin ironisinin nasıl olması gerektiğini gösterecek kadar başarılı. Örneğin “savaş çığlıkları”nın atıldığı bölüm oldukça etkileyici ve gerek bu bölüm gerekse tüm diğer bölümlerdeki çizimler hem sert bir eleştirinin hem de İngiliz usulü bir mizahın bir arada aslında başarı ile durabileceğini kanıtlıyor bize. David Hemmings, Trevor Howard, John Gielgud, Harry Andrews ve ne yazık ki karakterine haksızlık eden senaryoya rağmen Vanessa Redgrave gibi usta oyuncuların yer aldığı ve tümünün de ünlerini haklı kılan bir performans sergiledikleri film kimi sahnelerinin görsel başarısı ve finalde “savaş alanındaki sessizlik” ile elde edilen çarpıcılık ve trajik hüzün ile önemli öte yandan. Bir parça fazla İngiliz diye de nitelenebilecek film Kırım savaşını ve dönemin politik olaylarını bilenler için daha fazla anlam ifade edebilecek ve önemli problemlerine rağmen görülmeyi hak eden bir çalışma.

(“Hafif Süvari Alayının Hücumu”)

(Visited 738 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir